Medeniyetler Tarihi
F3do :: Atatürk Ve Tarih :: Tarih
1 sayfadaki 1 sayfası
Medeniyetler Tarihi
Abaziler
Abbasiler
Artuklular
Altınordu Devleti
Augustus
Attila
Aydınoğulları
Avarlar
Bambaralar
Babür İmparatorluğu
Bizans İmparatorluğu
Bilge Kağan
Cengiz Han
Büyük İskender
Dandanakan Savaşı
Danişmendliler
Deniz Kavimleri
Dürziler
Ege ve Yunan Medeniyetleri
Fenikeliler
Eski Yunan
Franklar ve Clovis
Feodalite
Galya ve Galyalılar
Frigya Uygarlığı
Germenler
Gazneliler
Gronikos Çatışması
Germiyanoğulları
Göktürkler
Harzemşahlar
Hitit Mimarisi
Hazarlar
Hunlar
Hititler
Karamanoğulları
Karahanlılar
Keltler
Kavimler Göçü
Lelegler
Kommagene Krallığı
Lidya Uygarlığı
Mezopotamya
Milas
Mısır Medeniyeti
Oğuzlar
Perikles
Romalılar
Saltuklular
Türk Devletleri
Urartular
Vikingler
Uygurlar
İbraniler
İasos
İskenderiye
Zigguratlar
Abbasiler
Artuklular
Altınordu Devleti
Augustus
Attila
Aydınoğulları
Avarlar
Bambaralar
Babür İmparatorluğu
Bizans İmparatorluğu
Bilge Kağan
Cengiz Han
Büyük İskender
Dandanakan Savaşı
Danişmendliler
Deniz Kavimleri
Dürziler
Ege ve Yunan Medeniyetleri
Fenikeliler
Eski Yunan
Franklar ve Clovis
Feodalite
Galya ve Galyalılar
Frigya Uygarlığı
Germenler
Gazneliler
Gronikos Çatışması
Germiyanoğulları
Göktürkler
Harzemşahlar
Hitit Mimarisi
Hazarlar
Hunlar
Hititler
Karamanoğulları
Karahanlılar
Keltler
Kavimler Göçü
Lelegler
Kommagene Krallığı
Lidya Uygarlığı
Mezopotamya
Milas
Mısır Medeniyeti
Oğuzlar
Perikles
Romalılar
Saltuklular
Türk Devletleri
Urartular
Vikingler
Uygurlar
İbraniler
İasos
İskenderiye
Zigguratlar
Geri: Medeniyetler Tarihi
Abazalar
Kafkas Dağları'nın kuzeyinde, Abhazistan dolaylarında yaşayan bir kavimdir. Abhazlar da denir. Bu kavmi eski Yunanlılar "Abaskiler", Ortaçağ Bizans tarihçileri ise "Abasgiler adıyla anardı.
Abazalar, 17. yüzyıldan itibaren anayurtlarında Kafkas Dağları'nın kuzeyine doğru göç etmeye başlamışlardır. Ruslar 1810 yılında Abhazya'yı, 1830'da da Kuzey Kafkasya'da Abazaların bulunduğu bölgeyi işgal ettiler. Bunun üzerine yarım milyona yakın Abaza Türkiye'ye sığındı. Abazalar, kültür bakımından Çerkezlerin etkisi altında kalmışlardır. Abhazca adı verilen dili konuşurlar.
Kafkas Dağları'nın kuzeyinde, Abhazistan dolaylarında yaşayan bir kavimdir. Abhazlar da denir. Bu kavmi eski Yunanlılar "Abaskiler", Ortaçağ Bizans tarihçileri ise "Abasgiler adıyla anardı.
Abazalar, 17. yüzyıldan itibaren anayurtlarında Kafkas Dağları'nın kuzeyine doğru göç etmeye başlamışlardır. Ruslar 1810 yılında Abhazya'yı, 1830'da da Kuzey Kafkasya'da Abazaların bulunduğu bölgeyi işgal ettiler. Bunun üzerine yarım milyona yakın Abaza Türkiye'ye sığındı. Abazalar, kültür bakımından Çerkezlerin etkisi altında kalmışlardır. Abhazca adı verilen dili konuşurlar.
Geri: Medeniyetler Tarihi
Abbasiler
Hz. Muhammed’in amcası Abbas’ın soyundan gelen Ebul Abbas’ın kurduğu halife hanedanı (750-1258).
Emeviler halifeliği, Hz. Muhammed'in amcaoğlu ve damadı, dördüncü halife Ali'den zor ve hile kullanarak almışlar, bununla da yetinmeyerek peygamber ailesine karşı kanlı bir siyaset gütmüşlerdi. Bu yüzden Emevilere karşı düşmanlık artmış, özellikle Hicaz, Irak ve İran'da büyük hoşnutsuzluklar baş göstermişti. Abbasoğulları bu düşmanlıktan yararlanarak, halifeliğin peygamber ailesinden en lâyık olana geri verilmesi gerektiği yolunda propagandaya giriştiler.
Emevilerin, özellikle çoğunluğu Türk olan bölgelerde (Horasan, Toharistan, Sogd) uyguladıkları vergi soygunculuğu ve Arap olmayanları aşağı görme siyaseti bu propagandayı daha da güçlendirdi. Horasanlı Ebu Müslim adında bir Türk, Emevilere karşı ilk ayaklanmayı başlattı. Önceden Türklerin Müslüman olanları ile olmayanlarını barıştırmış ve bunları İranlı Şiilerle birleştirerek güçlü bir birlik hazırlamış olan Ebu Müslim, Arap ordularını yenerek Emevi saltanatına son verdi.
Peygamber sülâlesinden Ebul Abbas Seffah halifeliğe getirildi (750). İlk Abbasi halifesi olan Ebul Abbas, Emevileri acımadan yok ettiği için kendisine kan dökücü anlamına gelen el-Seffah adı verildi.
BERMEKOĞULLARI
Abbasiler ilk dokuz halife zamanında (özellikle Harun Reşit [786809] ve Memun [813833]) bütün İslâm dünyasını kapsayan (Endülüs hariç) bir egemenlik kurdular. Ancak Anadolu'ya ve Akdeniz Bölgesi'ne hiç bir zaman egemen olamadılar.
Türkler ve İranlılar tarafından iktidara getirilen Abbasiler, Araplara güvenemediklerinden yönetim işlerinde Türklerden ve İranlılardan yararlandılar. Yeni devletin maliye ve yönetim işleri, özellikle Toharistanlı Bermekoğullarınca düzenlendi. Bağdat bu dönemde kuruldu ve başkent oldu (762); kısa sürede saraylar, resmi kurumlar ve askeri kışlalarla donatıldı.
Daha sonra gelen halifeler döneminde Abbasi egemenliği zayıfladı, İslâm İmparatorluğu'nda bağımsız hükümetlerin sayısı çoğaldı (Samanoğulları, Karahanlılar, Büveyhoğulları, Fatımiler v.d.). Kuruluştan 150 yıl sonra, Bağdat'ın egemenliği sadece Irak ve İran bölgelerinde geçerliydi. Zamanla Abbasi halifelerinin yalnız manevi değeri kaldı. Büveyhoğulları 945'te Bağdat'ı ele geçirdiler, siyasi çıkarlarını düşünerek, Abbasi hanedanını yıkmadılar, ama onların elinde halife unvanından başka bir yetki de bırakmadılar.
1055'te Selçuklular, Bağdat'ı ele geçirerek Büveyhoğulları Devleti'ne son verdiler, ama yine halifeleri hoş tuttular. Moğol istilâsı ile Abbasi hanedanı kesin olarak son buldu. Hulâgu, Bağdat'ı alarak son Abbasi halifesi Mustasım'ı öldürdü (1258). Öldürülmekten kurtulup kaçan Abbasoğullarından biri, Mısır'da Memlûklere sığınarak orada halife oldu.
Abbasiler döneminde İslam’ın Arap ve İran kesimi büyük ölçüde birliğe kavuştu. Halifelik Arap özelliğini kaybederek, Sasani Krallığı'nın kurumlarını, saray geleneklerini ve uygarlık zenginliğini edindi.
ABBASİ SANATI
Abbasiler dönemi İslâm İmparatorluğu’nun en parlak dönemidir; öyle ki, bu dönemde hemen her bölge bağımsız bir sanat merkezi durumundadır. Bu dönemde edebiyat (özellikle şiir), bilim, fen, müzik, kısaca bütün güzel sanatlar büyük bir gelişme gösterdi. Yunan, Süryani, Fars ve Sanskrit dillerinde yazılmış bilim, fen ve felsefe kitapları Arapça’ya çevrildi. IX. yüzyılda halifelerin oturmuş olduğu Samarra'da bulunan kalıntılar, Abbasi sanatının başlıca özelliklerini yansıtan belgelerdir.
Hz. Muhammed’in amcası Abbas’ın soyundan gelen Ebul Abbas’ın kurduğu halife hanedanı (750-1258).
Emeviler halifeliği, Hz. Muhammed'in amcaoğlu ve damadı, dördüncü halife Ali'den zor ve hile kullanarak almışlar, bununla da yetinmeyerek peygamber ailesine karşı kanlı bir siyaset gütmüşlerdi. Bu yüzden Emevilere karşı düşmanlık artmış, özellikle Hicaz, Irak ve İran'da büyük hoşnutsuzluklar baş göstermişti. Abbasoğulları bu düşmanlıktan yararlanarak, halifeliğin peygamber ailesinden en lâyık olana geri verilmesi gerektiği yolunda propagandaya giriştiler.
Emevilerin, özellikle çoğunluğu Türk olan bölgelerde (Horasan, Toharistan, Sogd) uyguladıkları vergi soygunculuğu ve Arap olmayanları aşağı görme siyaseti bu propagandayı daha da güçlendirdi. Horasanlı Ebu Müslim adında bir Türk, Emevilere karşı ilk ayaklanmayı başlattı. Önceden Türklerin Müslüman olanları ile olmayanlarını barıştırmış ve bunları İranlı Şiilerle birleştirerek güçlü bir birlik hazırlamış olan Ebu Müslim, Arap ordularını yenerek Emevi saltanatına son verdi.
Peygamber sülâlesinden Ebul Abbas Seffah halifeliğe getirildi (750). İlk Abbasi halifesi olan Ebul Abbas, Emevileri acımadan yok ettiği için kendisine kan dökücü anlamına gelen el-Seffah adı verildi.
BERMEKOĞULLARI
Abbasiler ilk dokuz halife zamanında (özellikle Harun Reşit [786809] ve Memun [813833]) bütün İslâm dünyasını kapsayan (Endülüs hariç) bir egemenlik kurdular. Ancak Anadolu'ya ve Akdeniz Bölgesi'ne hiç bir zaman egemen olamadılar.
Türkler ve İranlılar tarafından iktidara getirilen Abbasiler, Araplara güvenemediklerinden yönetim işlerinde Türklerden ve İranlılardan yararlandılar. Yeni devletin maliye ve yönetim işleri, özellikle Toharistanlı Bermekoğullarınca düzenlendi. Bağdat bu dönemde kuruldu ve başkent oldu (762); kısa sürede saraylar, resmi kurumlar ve askeri kışlalarla donatıldı.
Daha sonra gelen halifeler döneminde Abbasi egemenliği zayıfladı, İslâm İmparatorluğu'nda bağımsız hükümetlerin sayısı çoğaldı (Samanoğulları, Karahanlılar, Büveyhoğulları, Fatımiler v.d.). Kuruluştan 150 yıl sonra, Bağdat'ın egemenliği sadece Irak ve İran bölgelerinde geçerliydi. Zamanla Abbasi halifelerinin yalnız manevi değeri kaldı. Büveyhoğulları 945'te Bağdat'ı ele geçirdiler, siyasi çıkarlarını düşünerek, Abbasi hanedanını yıkmadılar, ama onların elinde halife unvanından başka bir yetki de bırakmadılar.
1055'te Selçuklular, Bağdat'ı ele geçirerek Büveyhoğulları Devleti'ne son verdiler, ama yine halifeleri hoş tuttular. Moğol istilâsı ile Abbasi hanedanı kesin olarak son buldu. Hulâgu, Bağdat'ı alarak son Abbasi halifesi Mustasım'ı öldürdü (1258). Öldürülmekten kurtulup kaçan Abbasoğullarından biri, Mısır'da Memlûklere sığınarak orada halife oldu.
Abbasiler döneminde İslam’ın Arap ve İran kesimi büyük ölçüde birliğe kavuştu. Halifelik Arap özelliğini kaybederek, Sasani Krallığı'nın kurumlarını, saray geleneklerini ve uygarlık zenginliğini edindi.
ABBASİ SANATI
Abbasiler dönemi İslâm İmparatorluğu’nun en parlak dönemidir; öyle ki, bu dönemde hemen her bölge bağımsız bir sanat merkezi durumundadır. Bu dönemde edebiyat (özellikle şiir), bilim, fen, müzik, kısaca bütün güzel sanatlar büyük bir gelişme gösterdi. Yunan, Süryani, Fars ve Sanskrit dillerinde yazılmış bilim, fen ve felsefe kitapları Arapça’ya çevrildi. IX. yüzyılda halifelerin oturmuş olduğu Samarra'da bulunan kalıntılar, Abbasi sanatının başlıca özelliklerini yansıtan belgelerdir.
Geri: Medeniyetler Tarihi
Artuklular
Kültür ve sanatıyla iz bırakmış uzun ömürlü beyliklerden biri Artuklu Beyliği'dir. Oğuzların Döver boyundan ünlü bir Türkmen Beyi olan Artuk Bey, Anadolu'nun fethi sırasında büyük hizmetler görmüştü. Fakat, Tutuş'la Süleymanşah'ın arasındaki savaşta Tutuş'tan yana olarak savaşı ona kazandırmış ve Süleymanşah'ın intiharına sebep olmuştu.
Tutuş, Artuk Bey'in yardımına karşılık olarak onu Kudüs valisi yapmıştı. Ölüm yılı olan 1091'e kadar bu görevde kaldı. Artuk Bey ölünce Kudüs Fatımi'lerin eline geçti. Fakat Artuk Bey'in oğulları Sökmen ve İl-Gazi, Selçuklu hükümdarı tarafından kendilerine verilen bölgelerde beylikler kurdular. Artuk Bey'in oğulları tarafından kurulan bu beylikler üç kol halinde gelişti. 1. Hısn Keyfa ve Amid, 2. Mardin ve Meyyafarıkin, 3. Harput'da Üç kol halinde hüküm sürmüş bir Türkmen sülalesidir.
Artuk Bey önce Sultan Alp Arslan'ın hizmetinde bulunmuş ve Malazgirt savaşına da iştirak etmişti 1071 Anadolu'nun Türklere açılmasında rol oynayan emirler arasında Artuk Bey de bulunuyordu. Daha sonra Artuk Bey, Sultan Melikşah tarafından kendisine ikta edilen Huvan'a çekildi. Ahsa ve Bahreyn Karmatilerini itaat altına almak görevini başarıyla sonuçlandırdı.
Artuk Bey'in bir süre sonra Sultan Melikşah'a küskünlüğü, Suriye Selçuklu Meliki Tutuş'un hizmetine girmesine yol açtı. Tutuş da ona Kudüs ve havalisinin valisi yaptı (1085-6). Artuk Bey 1091 yılında bu şehirde öldü. Ancak oğulları Sökmen ve İlgazi Kudüs'ü muhafaza edemediler. Emiru'l-cüyuş Efdal kumandasındaki bir Fatımi ordusu kırk günlük bir kuşatmadan sonra şehri aldı (1098).
Mu'in ed-Din Sökmen, Ceziret-i İbn Ömer sahibi Çökürmüş tarafından kuşatılan Musul hakim Musa'nın yardımına koştu ve bu hizmetine karşılık 10.000 dinar ve Hısn Keyfa kalesini aldı. Böylece Sökmen, Artukluların "Hısn Keyfa ve Sökmeniyye" denilen ilk şubesini kurmuş oldu (1102).
Eyyubi hükümdarı Melik Kamil önce Amid'i sonra da Hısn Keyfa'yı zabt ederek Artukluların Hısn Keyfa kolunu ortadan kaldırmıştı (1231-2). Necmeddin İlgazi Nisan 1105'de Bağdad şahneliğinden azledildikten sonra Mardin'e gelerek bu şehre hakim olmuş ve burada Artukluların "Mardin veya İlgaziyye" denilen şubesini kurmuştur (1108).
İlgazi yavaş yavaş bu bölgedeki Selçuklu topraklarına hakim oldu, 1117'de Haleb'i ele geçirdi. Beraberinde Bitlis ve Erzen hakimi Togan Arslan'ın bulunduğu 20.000 kişilik ordu ile harekete geçerek Tell Afrin savaşında Antakya persi Roger'in kumandası altındaki Haçlılara karşı büyük bir zafer kazandı (1119). Bunu Tell Danis'de Kral II. Baudouin'e karşı kazanılan takip etti.
Selçuklu sultanı Mahmud ise İlgazi'ye Meyyafarıkin şehrini ikta etmişti (1121). Daha sonra Mardin Artukluları bazan Eyyubilere bazan da Tükriye Selçuklularına tabi olarak varlığını sürdürdü. Kara Arslan el-Muzaffer (1260-1292) ise, Moğolların hakimiyetini kabul ederek barış yaptı. O bu sayede hanedanın devamını sağladığı gibi Mardin şehrini de bir felaketten kurtarmıştı. Bu kolun son hükümdarı Melik el-Salih Mardin'i müdüfaa edemeyeceğini anlayınca bu şehri Karakoyunluların reisi Kara Yusuf'a teslim etti (1409). Bu suretle Artuklular Devleti sona erdi.
Artukluların üçüncü kolu 1185 yılında Harput ve havalisinde kurulmuşsa da fazla uzun ömürlü olmamıştı.Sultan I. Ala ed-Din Keykubad 1234 yılında Harput'u zabtederek, Artukluların bu koluna son vermişti.Artuklular büyük Türkmen kitlelerine dayanan bir Türk devleti idi. Bu sebepten milli teşkilat ve ananelerini muhafaza etmişlerdi.
Alp, İnanç, Kutlug gibi eski Türkçe unvanları kullanmakla da bu ananelerini koruduklarını göstermişlerdir. Artuklular devlet anlayışında eski Türk hukukuna göre devletin hanedanın ortak malı olduğu görüşün de uyguladılar. İlgazi ve Belek gibi kudretli şahsiyetlerin mevcudiyeti Artuklu Devleti'nin siyasi birliğini sağlayabilmiş, aksi takdirde ayrı beylikler halinde hükün sürmüşlerdir.
Artuklu hükümdarları gerek Müslüman ve gerekse hristiyan halka adaletle hizmet etmişler, idareleri altındaki ülkelerde düzen ve emniyeti sağlamışlardı. Ayrıca ticari ve iktisadi hayatın gelişmesine büyük ölçüde yardımcı oldular. Bu maksatla bazı şehirlerdeki ticari vergileri kaldırmışlardır. Bu iktisadi gelişme mimari eserlerden de anlaşılmaktadır.
Artuklular, bir kısmı bugüne kadar mevcudiyetlerini koruyan, birçok mimari eserler sözgelişi; külliyeler, camiler, medreseler, hamamlar, köprüler, sivil ve askeri yapılar yapmışlardır. Onların devrinde mimaride görülen gelişme sebiyle bugün güneydoğu Anadolu bölgesinde her önemli eser Artuklulara bağlanmak istenmektedir.
Artuklu ülkesindeki Meyyafarıkin, Amid ve Mardin gibi şehirler birer ilim ve kültür merkezi haline gelmişti. Bu hanedana mensup hükümdarlar ilim ve sanat adamlarını himaye etmişler, bunun neticesinde de onlar adına bazı eserler yazılmıştır.
Kültür ve sanatıyla iz bırakmış uzun ömürlü beyliklerden biri Artuklu Beyliği'dir. Oğuzların Döver boyundan ünlü bir Türkmen Beyi olan Artuk Bey, Anadolu'nun fethi sırasında büyük hizmetler görmüştü. Fakat, Tutuş'la Süleymanşah'ın arasındaki savaşta Tutuş'tan yana olarak savaşı ona kazandırmış ve Süleymanşah'ın intiharına sebep olmuştu.
Tutuş, Artuk Bey'in yardımına karşılık olarak onu Kudüs valisi yapmıştı. Ölüm yılı olan 1091'e kadar bu görevde kaldı. Artuk Bey ölünce Kudüs Fatımi'lerin eline geçti. Fakat Artuk Bey'in oğulları Sökmen ve İl-Gazi, Selçuklu hükümdarı tarafından kendilerine verilen bölgelerde beylikler kurdular. Artuk Bey'in oğulları tarafından kurulan bu beylikler üç kol halinde gelişti. 1. Hısn Keyfa ve Amid, 2. Mardin ve Meyyafarıkin, 3. Harput'da Üç kol halinde hüküm sürmüş bir Türkmen sülalesidir.
Artuk Bey önce Sultan Alp Arslan'ın hizmetinde bulunmuş ve Malazgirt savaşına da iştirak etmişti 1071 Anadolu'nun Türklere açılmasında rol oynayan emirler arasında Artuk Bey de bulunuyordu. Daha sonra Artuk Bey, Sultan Melikşah tarafından kendisine ikta edilen Huvan'a çekildi. Ahsa ve Bahreyn Karmatilerini itaat altına almak görevini başarıyla sonuçlandırdı.
Artuk Bey'in bir süre sonra Sultan Melikşah'a küskünlüğü, Suriye Selçuklu Meliki Tutuş'un hizmetine girmesine yol açtı. Tutuş da ona Kudüs ve havalisinin valisi yaptı (1085-6). Artuk Bey 1091 yılında bu şehirde öldü. Ancak oğulları Sökmen ve İlgazi Kudüs'ü muhafaza edemediler. Emiru'l-cüyuş Efdal kumandasındaki bir Fatımi ordusu kırk günlük bir kuşatmadan sonra şehri aldı (1098).
Mu'in ed-Din Sökmen, Ceziret-i İbn Ömer sahibi Çökürmüş tarafından kuşatılan Musul hakim Musa'nın yardımına koştu ve bu hizmetine karşılık 10.000 dinar ve Hısn Keyfa kalesini aldı. Böylece Sökmen, Artukluların "Hısn Keyfa ve Sökmeniyye" denilen ilk şubesini kurmuş oldu (1102).
Eyyubi hükümdarı Melik Kamil önce Amid'i sonra da Hısn Keyfa'yı zabt ederek Artukluların Hısn Keyfa kolunu ortadan kaldırmıştı (1231-2). Necmeddin İlgazi Nisan 1105'de Bağdad şahneliğinden azledildikten sonra Mardin'e gelerek bu şehre hakim olmuş ve burada Artukluların "Mardin veya İlgaziyye" denilen şubesini kurmuştur (1108).
İlgazi yavaş yavaş bu bölgedeki Selçuklu topraklarına hakim oldu, 1117'de Haleb'i ele geçirdi. Beraberinde Bitlis ve Erzen hakimi Togan Arslan'ın bulunduğu 20.000 kişilik ordu ile harekete geçerek Tell Afrin savaşında Antakya persi Roger'in kumandası altındaki Haçlılara karşı büyük bir zafer kazandı (1119). Bunu Tell Danis'de Kral II. Baudouin'e karşı kazanılan takip etti.
Selçuklu sultanı Mahmud ise İlgazi'ye Meyyafarıkin şehrini ikta etmişti (1121). Daha sonra Mardin Artukluları bazan Eyyubilere bazan da Tükriye Selçuklularına tabi olarak varlığını sürdürdü. Kara Arslan el-Muzaffer (1260-1292) ise, Moğolların hakimiyetini kabul ederek barış yaptı. O bu sayede hanedanın devamını sağladığı gibi Mardin şehrini de bir felaketten kurtarmıştı. Bu kolun son hükümdarı Melik el-Salih Mardin'i müdüfaa edemeyeceğini anlayınca bu şehri Karakoyunluların reisi Kara Yusuf'a teslim etti (1409). Bu suretle Artuklular Devleti sona erdi.
Artukluların üçüncü kolu 1185 yılında Harput ve havalisinde kurulmuşsa da fazla uzun ömürlü olmamıştı.Sultan I. Ala ed-Din Keykubad 1234 yılında Harput'u zabtederek, Artukluların bu koluna son vermişti.Artuklular büyük Türkmen kitlelerine dayanan bir Türk devleti idi. Bu sebepten milli teşkilat ve ananelerini muhafaza etmişlerdi.
Alp, İnanç, Kutlug gibi eski Türkçe unvanları kullanmakla da bu ananelerini koruduklarını göstermişlerdir. Artuklular devlet anlayışında eski Türk hukukuna göre devletin hanedanın ortak malı olduğu görüşün de uyguladılar. İlgazi ve Belek gibi kudretli şahsiyetlerin mevcudiyeti Artuklu Devleti'nin siyasi birliğini sağlayabilmiş, aksi takdirde ayrı beylikler halinde hükün sürmüşlerdir.
Artuklu hükümdarları gerek Müslüman ve gerekse hristiyan halka adaletle hizmet etmişler, idareleri altındaki ülkelerde düzen ve emniyeti sağlamışlardı. Ayrıca ticari ve iktisadi hayatın gelişmesine büyük ölçüde yardımcı oldular. Bu maksatla bazı şehirlerdeki ticari vergileri kaldırmışlardır. Bu iktisadi gelişme mimari eserlerden de anlaşılmaktadır.
Artuklular, bir kısmı bugüne kadar mevcudiyetlerini koruyan, birçok mimari eserler sözgelişi; külliyeler, camiler, medreseler, hamamlar, köprüler, sivil ve askeri yapılar yapmışlardır. Onların devrinde mimaride görülen gelişme sebiyle bugün güneydoğu Anadolu bölgesinde her önemli eser Artuklulara bağlanmak istenmektedir.
Artuklu ülkesindeki Meyyafarıkin, Amid ve Mardin gibi şehirler birer ilim ve kültür merkezi haline gelmişti. Bu hanedana mensup hükümdarlar ilim ve sanat adamlarını himaye etmişler, bunun neticesinde de onlar adına bazı eserler yazılmıştır.
Geri: Medeniyetler Tarihi
Altınordu Devleti
Doğu Avrupa'da 1241-1502 arasında yaşamış Türk-Moğol devleti, İslâm kaynaklarında «Kıpçak Hanlığı» diye anılır.
Cengiz Han'ın torunu Batu Han (Cuci'nin oğlu) batıya yaptığı seferlerde üst üste parlak zaferler kazanmış, imparatorluğun sınırlarını Karpatlar'a kadar genişletmişti (1241). İmparatorluğun batısında, Karadeniz, Kafkasya, Hazar Denizi, Aral Gölü, Urallar ve Kuzey Rusya arasında kalan ve Altınordu adı verilen bu yerleri, Büyük Han'a bağlı olmakla birlikte Batu Han bağımsız bir şekilde yönetiyordu.
1255'te Batu Han ölünce yerine kardeşi Berke Han geçti. Berke'nin zamanında devlet daha bağımsız oldu. İslâmlığı kabul eden Berke Han, gene bir Cengiz kolu olan İlhanlı hakanı Abaka Han ile savaşırken öldü (1266). Berke'den sonra gelen hanlar İslâm olmadılar, ama İslâmlık Altınordu ülkesinde gene de hayli yayıldı. Ancak Özberk Han'ın (1312-1342) İslâm olmasından sonra bu din bütün Altınordu'ya yayıldı.
Ünlü gezgin İbni Battuta'ın anlattığına göre, Özberk Han zamanında devlet merkezi Saray (bugünkü Volgograd yakınındaydı) yüz bin nüfuslu bir kültür ve sanayi merkeziydi. Altınordu Hanlığı Rus tarihini ve devlet örgütlenmesini oldukça etkilemiş. İslâmlığın Türkler arasında yaygınlaşmasını kolaylaştırarak Türk-Rus karışmasını önlemiştir.
Doğu Avrupa'da 1241-1502 arasında yaşamış Türk-Moğol devleti, İslâm kaynaklarında «Kıpçak Hanlığı» diye anılır.
Cengiz Han'ın torunu Batu Han (Cuci'nin oğlu) batıya yaptığı seferlerde üst üste parlak zaferler kazanmış, imparatorluğun sınırlarını Karpatlar'a kadar genişletmişti (1241). İmparatorluğun batısında, Karadeniz, Kafkasya, Hazar Denizi, Aral Gölü, Urallar ve Kuzey Rusya arasında kalan ve Altınordu adı verilen bu yerleri, Büyük Han'a bağlı olmakla birlikte Batu Han bağımsız bir şekilde yönetiyordu.
1255'te Batu Han ölünce yerine kardeşi Berke Han geçti. Berke'nin zamanında devlet daha bağımsız oldu. İslâmlığı kabul eden Berke Han, gene bir Cengiz kolu olan İlhanlı hakanı Abaka Han ile savaşırken öldü (1266). Berke'den sonra gelen hanlar İslâm olmadılar, ama İslâmlık Altınordu ülkesinde gene de hayli yayıldı. Ancak Özberk Han'ın (1312-1342) İslâm olmasından sonra bu din bütün Altınordu'ya yayıldı.
Ünlü gezgin İbni Battuta'ın anlattığına göre, Özberk Han zamanında devlet merkezi Saray (bugünkü Volgograd yakınındaydı) yüz bin nüfuslu bir kültür ve sanayi merkeziydi. Altınordu Hanlığı Rus tarihini ve devlet örgütlenmesini oldukça etkilemiş. İslâmlığın Türkler arasında yaygınlaşmasını kolaylaştırarak Türk-Rus karışmasını önlemiştir.
Geri: Medeniyetler Tarihi
Augustus
Roma İmparatoru (M.Ö. 63-M.S. 14).
Önceleri Octavius, daha sonra Octavianus adıyla tanındı. Roma imparatorlarının hemen hemen en yücesi oydu. Julius Sezar öldürüldüğü zaman ancak on dokuz yaşındaydı. Sezar, doğumla değil de evlât edinme yoluyla aileye giren Octavianus'un büyük amcası oluyordu.
Görünüşte, sıska çelimsiz bir hali vardı ama gerçekte, demir gibi bir iradeye sahipti ve büyük hırsları olan bir gençti.
İkinci Triumvira döneminde, Antonius ile Lepidus devleti yönetti. Ama M.Ö. 31 yılında Antonius'a karşı kazanılan Actium Zaferi, onu Roma âleminin mutlak hâkimi yaptı.
Octavianus önce princeps yani birinci vatandaş unvanıyla yetindi. Gerçekte bütün yetkiler elindeydi ve Augustus adını M.Ö. 27 yılında aldı (Latince, «rahipler tarafından kutsanmış» anlamına gelir). Kırk yıl süreyle çok büyük işler yaptı: komşularıyla barışı sürdürdü, güçlü bir hükümet kurdu, maliyeyi, idareyi, orduyu yeniden örgütledi. Bir yandan da din reformlarına girişti, Roma'da çok önemli bayındırlık işleri yaptırdı ve, danışmanı Maecenas'ın yardımıyla, Vergilius ve Horatius gibi yazarları korudu. Romalılar onu, bir tanrı gibi saygıyla anarlar.
Roma İmparatoru (M.Ö. 63-M.S. 14).
Önceleri Octavius, daha sonra Octavianus adıyla tanındı. Roma imparatorlarının hemen hemen en yücesi oydu. Julius Sezar öldürüldüğü zaman ancak on dokuz yaşındaydı. Sezar, doğumla değil de evlât edinme yoluyla aileye giren Octavianus'un büyük amcası oluyordu.
Görünüşte, sıska çelimsiz bir hali vardı ama gerçekte, demir gibi bir iradeye sahipti ve büyük hırsları olan bir gençti.
İkinci Triumvira döneminde, Antonius ile Lepidus devleti yönetti. Ama M.Ö. 31 yılında Antonius'a karşı kazanılan Actium Zaferi, onu Roma âleminin mutlak hâkimi yaptı.
Octavianus önce princeps yani birinci vatandaş unvanıyla yetindi. Gerçekte bütün yetkiler elindeydi ve Augustus adını M.Ö. 27 yılında aldı (Latince, «rahipler tarafından kutsanmış» anlamına gelir). Kırk yıl süreyle çok büyük işler yaptı: komşularıyla barışı sürdürdü, güçlü bir hükümet kurdu, maliyeyi, idareyi, orduyu yeniden örgütledi. Bir yandan da din reformlarına girişti, Roma'da çok önemli bayındırlık işleri yaptırdı ve, danışmanı Maecenas'ın yardımıyla, Vergilius ve Horatius gibi yazarları korudu. Romalılar onu, bir tanrı gibi saygıyla anarlar.
Geri: Medeniyetler Tarihi
Attila
Hun imparatoru (400-453).
Amcası Küba'nın ölümünden sonra, Doğu Hun İmparatorluğu'nun yönetimini ele aldı (434). Batıda hüküm süren ağabeyi Bleda'yı 445'te öldürerek imparatorluğun tek hâkimi oldu. Sahip olduğu geniş topraklarla yetinmedi. Hükümdarlığı süresince Bizans'ı ve Batı Roma İmparatorluğu'-nu ele geçirmeğe çalıştı. Bunun için de sürekli bir anlaşmazlığı körükledi. Bizans'ı vergi ödemek zorunda bıraktı; Batı Roma'da hak iddia ederek toprak istedi, istekleri yerine getirilmedikçe de saldırdı.
Üstün savaş gücü sayesinde Roma ve Bizans'a korkulu günler yaşattı. 450'de Roma ordusuyla birleşen Gotlar karşısında çarpışarak Roma'ya kadar ilerledi. Batı Got Krallığı'nın sınırlarını zorladı, Catalaunum Ovası'nda yapılan kanlı çarpışmalarda her iki taraf da kayıp vermişti ama, Attilâ 452'de İtalya'ya ikinci bir saldırı yapmaktan vazgeçmedi. Milano'yu aldı. Roma'ya doğru ilerledi. Fakat açlık ve salgın hastalık yüzünden ordusunun kırılması onu papa Leo'nun teklifini kabul etmek zorunda bıraktı. Üçüncü bir saldırıya geçemeden de öldü.
Attilâ bir diktatördü, çevresinde âdeta dini bir korku uyandırırdı, ama adalete saygılı ve iyiliksever bir yöneticiydi. Gururluydu, pek az gülerdi. Hurafelere inanır, durmadan falcılara danışırdı. Roma'yı ele geçirmekten vazgeçmesine de boş inançlara bağlılığı sebep oldu.
Hun imparatoru (400-453).
Amcası Küba'nın ölümünden sonra, Doğu Hun İmparatorluğu'nun yönetimini ele aldı (434). Batıda hüküm süren ağabeyi Bleda'yı 445'te öldürerek imparatorluğun tek hâkimi oldu. Sahip olduğu geniş topraklarla yetinmedi. Hükümdarlığı süresince Bizans'ı ve Batı Roma İmparatorluğu'-nu ele geçirmeğe çalıştı. Bunun için de sürekli bir anlaşmazlığı körükledi. Bizans'ı vergi ödemek zorunda bıraktı; Batı Roma'da hak iddia ederek toprak istedi, istekleri yerine getirilmedikçe de saldırdı.
Üstün savaş gücü sayesinde Roma ve Bizans'a korkulu günler yaşattı. 450'de Roma ordusuyla birleşen Gotlar karşısında çarpışarak Roma'ya kadar ilerledi. Batı Got Krallığı'nın sınırlarını zorladı, Catalaunum Ovası'nda yapılan kanlı çarpışmalarda her iki taraf da kayıp vermişti ama, Attilâ 452'de İtalya'ya ikinci bir saldırı yapmaktan vazgeçmedi. Milano'yu aldı. Roma'ya doğru ilerledi. Fakat açlık ve salgın hastalık yüzünden ordusunun kırılması onu papa Leo'nun teklifini kabul etmek zorunda bıraktı. Üçüncü bir saldırıya geçemeden de öldü.
Attilâ bir diktatördü, çevresinde âdeta dini bir korku uyandırırdı, ama adalete saygılı ve iyiliksever bir yöneticiydi. Gururluydu, pek az gülerdi. Hurafelere inanır, durmadan falcılara danışırdı. Roma'yı ele geçirmekten vazgeçmesine de boş inançlara bağlılığı sebep oldu.
Geri: Medeniyetler Tarihi
Aydınoğulları
XIV. yy.da Aydın ve İzmir yöresinde egemenlik kuran beylik. Germiyanoğullarından Aydınoğlu Mehmet Bey tarafından Menderes yöresinde kuruldu (1330). Oğlu Umur Bey zamanında beylik en canlı dönemini yaşadı. Yunanistan, Mora ve Ege adalarına seferler yapıldı, ganimetler elde edildi. Fakat papa tarafından gönderilen Haçlı ordusunun İzmir'i alması (1344) ve Umur Beyin öldürülmesiyle gerileme dönemi başladı. Kardeşi Ayasuluk emîri Hızır Bey Haçlılarla anlaşmak zorunda kaldı, 1390'da da beylik tamamen Osmanlı egemenliğine girdi.
XIV. yy.da Aydın ve İzmir yöresinde egemenlik kuran beylik. Germiyanoğullarından Aydınoğlu Mehmet Bey tarafından Menderes yöresinde kuruldu (1330). Oğlu Umur Bey zamanında beylik en canlı dönemini yaşadı. Yunanistan, Mora ve Ege adalarına seferler yapıldı, ganimetler elde edildi. Fakat papa tarafından gönderilen Haçlı ordusunun İzmir'i alması (1344) ve Umur Beyin öldürülmesiyle gerileme dönemi başladı. Kardeşi Ayasuluk emîri Hızır Bey Haçlılarla anlaşmak zorunda kaldı, 1390'da da beylik tamamen Osmanlı egemenliğine girdi.
Geri: Medeniyetler Tarihi
Avarlar
İkinci Türk İmparatorluğu'nu kuran kavim (lll.-IX.yy.).
Hun İmparatorluğu'ndan sonra Orta Asya'da, Avar İmparatorluğu kuruldu (M.S. III. yy.). Kore Yarımadası'na kadar yayılan bu devlet önce Çinlilere yenildi (458), sonra Göktürkler tarafından yıkıldı (522).
Bu yenilgiden sonra, Avarların büyük bir bölümü batıya göç etti. Bir süre Volga dolaylarında ve Güney Rusya'da yaşadıktan sonra, Macaristan merkez olmak üzere Tuna yöresine yerleştiler ve yine büyük bir imparatorluk kurdular. 573-882 yılları arasında toprak anlaşmazlığı yüzünden Bizans ile birkaç kere savaştılar, bu savaşların çoğu yenilgiyle sonuçlandı. Böylece Avarlar zayıf düştüler, sonunda Şarlman (Büyük Kari) Avar İmparatorluğu'nu ortadan kaldırdı, Avar kavmi İslavlara karışarak eridi.
Avarlar da birçok Türk kavmi gibi göçebe bir kavimdi. Devlet çeşitli kabilelerden oluşan bir federasyon biçimindeydi. Bir asker ve savaş düzeni içinde yaşayan Avar Devleti'nin başında bir kağan bulunurdu. Genellikle atlı olan Avarların başlıca silâhı ok ve yaydı, ama kılıç da kullanırlardı. Avarların bir kısmı zamanla göçebelikten çıkıp yerleşik hayata girmiştir. Bunlardan bir kısmı ticarette başarı göstermiştir. Macaristan'da kazılan on beş bin kadar Avar mezarında, Avarların yaşayışı ile ilgili pek çok eser bulunmuştur.
AVAR KAVALI
Macaristan'da Janoshida (Szolnik ili) bölgesinde 1933 yılında yapılan bir kazıda, bir erkek iskeletinin el kemikleri arasında bulunan bu çifte borulu kavalın ses delikleri 2+5 şeklindedir. Benzerlerine Kafkasya. Volga ve Türkistan dolaylarında bugün de rastlanır.
İkinci Türk İmparatorluğu'nu kuran kavim (lll.-IX.yy.).
Hun İmparatorluğu'ndan sonra Orta Asya'da, Avar İmparatorluğu kuruldu (M.S. III. yy.). Kore Yarımadası'na kadar yayılan bu devlet önce Çinlilere yenildi (458), sonra Göktürkler tarafından yıkıldı (522).
Bu yenilgiden sonra, Avarların büyük bir bölümü batıya göç etti. Bir süre Volga dolaylarında ve Güney Rusya'da yaşadıktan sonra, Macaristan merkez olmak üzere Tuna yöresine yerleştiler ve yine büyük bir imparatorluk kurdular. 573-882 yılları arasında toprak anlaşmazlığı yüzünden Bizans ile birkaç kere savaştılar, bu savaşların çoğu yenilgiyle sonuçlandı. Böylece Avarlar zayıf düştüler, sonunda Şarlman (Büyük Kari) Avar İmparatorluğu'nu ortadan kaldırdı, Avar kavmi İslavlara karışarak eridi.
Avarlar da birçok Türk kavmi gibi göçebe bir kavimdi. Devlet çeşitli kabilelerden oluşan bir federasyon biçimindeydi. Bir asker ve savaş düzeni içinde yaşayan Avar Devleti'nin başında bir kağan bulunurdu. Genellikle atlı olan Avarların başlıca silâhı ok ve yaydı, ama kılıç da kullanırlardı. Avarların bir kısmı zamanla göçebelikten çıkıp yerleşik hayata girmiştir. Bunlardan bir kısmı ticarette başarı göstermiştir. Macaristan'da kazılan on beş bin kadar Avar mezarında, Avarların yaşayışı ile ilgili pek çok eser bulunmuştur.
AVAR KAVALI
Macaristan'da Janoshida (Szolnik ili) bölgesinde 1933 yılında yapılan bir kazıda, bir erkek iskeletinin el kemikleri arasında bulunan bu çifte borulu kavalın ses delikleri 2+5 şeklindedir. Benzerlerine Kafkasya. Volga ve Türkistan dolaylarında bugün de rastlanır.
Geri: Medeniyetler Tarihi
Bambaralar
Afrika'da yaşayan toplumlar arasında elde edilen en iyi ve en eksiksiz mitoslar Bambaralarınkidir. Bu toplulukla ilgili mitoslar dünyanın yaradılışı ve gelişmesini temellendiren mitoslardır. Bambara mitoslarına göre başlangıçta gla denilen sonsuz bir boşluk vardı. Gla'da meydana gelen bir iç devinimle ortaya sağlam ve parlak cisimler çıktı. Bu cisimler, birbirini izleyen iki evrede eridiler. Bu erimeden sonra gla ile ikiz kardeşi dya dört yönü belirlediler. Bu yönlerden ilki, varlıkların ilk kaynağı olan yöne, yani doğuya yöneldi. Bundan sonra gla aşağıya ve yukarıya doğru yaptığı devinimlerle zincirlerini kopardı ve böylece varlıklar birer ruha kavuştu.
Aynı anda, iki gla arasında meydana gelen temas sonucu büyük bir patlama oldu; bu kez ortaya "sağlam ve güçlü bir madde" çıktı. Bu madde henüz yaratılmamış nesnelerin üzerine çöktü, ve her nesneyi adlandırdı. Bundan sonra da bütün nesneler gla'nın düşüncesine uygun olarak yavaşça devinmeye başladı.
Kısa süre sonra, gla'dan bir başka unsur daha ayrıldı ve varlıkların üzerine gelip kondu: bu, insan bilincinin sembolü olan "insan ayağı"ydı. Başlangıçta birbirine benzeyen herşey gla'ların "zo"ya sorumluluk yuKiemesıyle değişmeye başladı. Zo, her nesneye gelecekte bir özgürlük tanımakla yükümlüydü. Zo, kendisine verilen bu görevi kabul etti ve nesnelere sahip çıkarak onların ilkelerini "görünmeyen Yo" anlamına gelen "Yo yebali" adlı geniş bir küre içinde toplandı. Yo, ruh, daha doğrusu "bir düşünce ve devinim"di.
Evrenin yaratılışı yo'dan başlayarak "düşünce"nin bir bileşimi olarak kabul edilmektedir. Bu "düşünce" üç bölümden oluşmaktadır: yo, iç söz; o, sessizlikten işitilebilecek şeye geçiş; yereyereli, yaratıcı titreşim. Bu gelişim, 7 işaretle gösterilmekteydi. 7, insanı temsil eden bir rakamdı: 3 (erkeğin işareti) ile 4 (kadının işareti) rakamlarının toplamayla meydana gelmişti.
Yo, bir ruh olarak, kararlarında ve yaratıcı iradesinde özgürdü. Tam beş kez dört yöne gitmiş ve uzay fikrini yaratmıştı. 22 rakamıyla temsil edilen uzay, Yo'nun bir ruh olarak içerdiği bütün niteliklere sahipti: Nugu, (iç) kendinde bütün varlıkları ve insanı bulundururdu; yala "havanın tohumu" idi ve bütün boşlukları uzayın dört bir tarafına yerleştirirdi; faya "rüzgârın tohumu", sani "suyun tohumu", yere "ateşin tohumu", yelegu ise oyeryüzündeki maddelerin tohumu "ydu. Bu son dört terim aynı zamanda yaradılışın dört temel öğesi olan hava, toprak, ateş ve suyu da belirtirdi.
Hava ve ateş erkek, su ve toprak ise dişiydi. Yo, kendi çevresinde yirmiiki kere dönerek uzayı yaratmış ve dört dünya düşünmüştü; Dye mana, "dünyanın tösâi"; dye, gale, "ilk dünya"; dye bana, "istenmeyen dünya"; dye nata, "geleceğin dünyası". Yereyereli'nin bağrında ruh (miri) bulunuyordu. Ruhun içinde "vali" adı verilen eylem vardı; eylemin içinde nesnelerin gelişimi, nali yatmaktaydı. Nali'de ise, nesnelerin kökeni bulunuyordu.
Miri, aynı zamanda, içinde doğanın yattığı dünyanın yumurtasıydı. Miri, birbirinin içine geçmiş üç oval ile temsil edilirdi. Dye ko (dünyanın kapısı) adı verilen dış oval devamlı devinim durumundaydı. Boğa'nın doğuşu ve ölüşüne uygun olarak o da kendi ekseni çevresinde dönerek genişler yada daralırdı. So de (evin oğlu) adı verilen orta oval'den sonra Dye vali gale (dünyanın ilk devinimi) denen ve verimliliği temsil eden iç oval gelirdi. Parçalanıp düzenli bir biçimde uzaya dağılan 22 öğe dış oval Dye ko'dan doğmuştu. Bambaralarm anlayışına göre bu öğelerin sınıflandırılması çok çeşitliydi.
Bu 22 öğenin ilk yedisine bomıana adı verilmekteydi ve bunlar, varlıklarla nesnelerin genel karakterlerini özetlemekteydi: Kelena, birlik; Makari, dindarlık, merhamet; Mako, gereklilik; Sinaya saldırganlık, kıskançlık; Fadena, rekabet; Maloya, utanç; Şia, ırk, tür, soy.
Baugini adı verilen 12 öğe, insanların nitelik ve alınyazılarını belirtirdi: Ma ye ma ye, yetenek, imkân, eğilim; Mako, karşılıklı hizmet, sadelik, ağırbaşlılık, bilgelik, eğitim; Sebaya, kuvvet, kudret, egemenlik; Dyuguya, kötülük, güçlük; Kunanguya, kötü talih; Sira, yol, kılavuz, itaat, disiplin; Nafolo, zenginlik, bereket, sağlık; Adama-dena, kardeşlik, insanlık, özgürlük, iyilik; Dahirime, gıda, mal mülk; Saya, ölüm, hastalık, sakatlık, delilik; Su, gece, karanlık ve ışık, sır, büyü; Kle, gün, güneş. Jiginî adı verilen son üç öğe ise şunlardı: Kun, dünyayı düşünen kafa; Ba, kendisini meydana getiren kalıp; Fo, kendisini yaratan söz.
Afrika'da yaşayan toplumlar arasında elde edilen en iyi ve en eksiksiz mitoslar Bambaralarınkidir. Bu toplulukla ilgili mitoslar dünyanın yaradılışı ve gelişmesini temellendiren mitoslardır. Bambara mitoslarına göre başlangıçta gla denilen sonsuz bir boşluk vardı. Gla'da meydana gelen bir iç devinimle ortaya sağlam ve parlak cisimler çıktı. Bu cisimler, birbirini izleyen iki evrede eridiler. Bu erimeden sonra gla ile ikiz kardeşi dya dört yönü belirlediler. Bu yönlerden ilki, varlıkların ilk kaynağı olan yöne, yani doğuya yöneldi. Bundan sonra gla aşağıya ve yukarıya doğru yaptığı devinimlerle zincirlerini kopardı ve böylece varlıklar birer ruha kavuştu.
Aynı anda, iki gla arasında meydana gelen temas sonucu büyük bir patlama oldu; bu kez ortaya "sağlam ve güçlü bir madde" çıktı. Bu madde henüz yaratılmamış nesnelerin üzerine çöktü, ve her nesneyi adlandırdı. Bundan sonra da bütün nesneler gla'nın düşüncesine uygun olarak yavaşça devinmeye başladı.
Kısa süre sonra, gla'dan bir başka unsur daha ayrıldı ve varlıkların üzerine gelip kondu: bu, insan bilincinin sembolü olan "insan ayağı"ydı. Başlangıçta birbirine benzeyen herşey gla'ların "zo"ya sorumluluk yuKiemesıyle değişmeye başladı. Zo, her nesneye gelecekte bir özgürlük tanımakla yükümlüydü. Zo, kendisine verilen bu görevi kabul etti ve nesnelere sahip çıkarak onların ilkelerini "görünmeyen Yo" anlamına gelen "Yo yebali" adlı geniş bir küre içinde toplandı. Yo, ruh, daha doğrusu "bir düşünce ve devinim"di.
Evrenin yaratılışı yo'dan başlayarak "düşünce"nin bir bileşimi olarak kabul edilmektedir. Bu "düşünce" üç bölümden oluşmaktadır: yo, iç söz; o, sessizlikten işitilebilecek şeye geçiş; yereyereli, yaratıcı titreşim. Bu gelişim, 7 işaretle gösterilmekteydi. 7, insanı temsil eden bir rakamdı: 3 (erkeğin işareti) ile 4 (kadının işareti) rakamlarının toplamayla meydana gelmişti.
Yo, bir ruh olarak, kararlarında ve yaratıcı iradesinde özgürdü. Tam beş kez dört yöne gitmiş ve uzay fikrini yaratmıştı. 22 rakamıyla temsil edilen uzay, Yo'nun bir ruh olarak içerdiği bütün niteliklere sahipti: Nugu, (iç) kendinde bütün varlıkları ve insanı bulundururdu; yala "havanın tohumu" idi ve bütün boşlukları uzayın dört bir tarafına yerleştirirdi; faya "rüzgârın tohumu", sani "suyun tohumu", yere "ateşin tohumu", yelegu ise oyeryüzündeki maddelerin tohumu "ydu. Bu son dört terim aynı zamanda yaradılışın dört temel öğesi olan hava, toprak, ateş ve suyu da belirtirdi.
Hava ve ateş erkek, su ve toprak ise dişiydi. Yo, kendi çevresinde yirmiiki kere dönerek uzayı yaratmış ve dört dünya düşünmüştü; Dye mana, "dünyanın tösâi"; dye, gale, "ilk dünya"; dye bana, "istenmeyen dünya"; dye nata, "geleceğin dünyası". Yereyereli'nin bağrında ruh (miri) bulunuyordu. Ruhun içinde "vali" adı verilen eylem vardı; eylemin içinde nesnelerin gelişimi, nali yatmaktaydı. Nali'de ise, nesnelerin kökeni bulunuyordu.
Miri, aynı zamanda, içinde doğanın yattığı dünyanın yumurtasıydı. Miri, birbirinin içine geçmiş üç oval ile temsil edilirdi. Dye ko (dünyanın kapısı) adı verilen dış oval devamlı devinim durumundaydı. Boğa'nın doğuşu ve ölüşüne uygun olarak o da kendi ekseni çevresinde dönerek genişler yada daralırdı. So de (evin oğlu) adı verilen orta oval'den sonra Dye vali gale (dünyanın ilk devinimi) denen ve verimliliği temsil eden iç oval gelirdi. Parçalanıp düzenli bir biçimde uzaya dağılan 22 öğe dış oval Dye ko'dan doğmuştu. Bambaralarm anlayışına göre bu öğelerin sınıflandırılması çok çeşitliydi.
Bu 22 öğenin ilk yedisine bomıana adı verilmekteydi ve bunlar, varlıklarla nesnelerin genel karakterlerini özetlemekteydi: Kelena, birlik; Makari, dindarlık, merhamet; Mako, gereklilik; Sinaya saldırganlık, kıskançlık; Fadena, rekabet; Maloya, utanç; Şia, ırk, tür, soy.
Baugini adı verilen 12 öğe, insanların nitelik ve alınyazılarını belirtirdi: Ma ye ma ye, yetenek, imkân, eğilim; Mako, karşılıklı hizmet, sadelik, ağırbaşlılık, bilgelik, eğitim; Sebaya, kuvvet, kudret, egemenlik; Dyuguya, kötülük, güçlük; Kunanguya, kötü talih; Sira, yol, kılavuz, itaat, disiplin; Nafolo, zenginlik, bereket, sağlık; Adama-dena, kardeşlik, insanlık, özgürlük, iyilik; Dahirime, gıda, mal mülk; Saya, ölüm, hastalık, sakatlık, delilik; Su, gece, karanlık ve ışık, sır, büyü; Kle, gün, güneş. Jiginî adı verilen son üç öğe ise şunlardı: Kun, dünyayı düşünen kafa; Ba, kendisini meydana getiren kalıp; Fo, kendisini yaratan söz.
Geri: Medeniyetler Tarihi
Babür İmparatorluğu
Hindistan'da kurulan büyük Türk devleti (1526-1858).
Baba tarafından Timur'un, ana tarafından Cengiz Han'ın soyundan gelen Zahirüddin Muhammet Babür, Fergana hükümdarı olduğu zaman (1494) on bir yaşında bir çocuktu. Bu yüzden saltanat iddiasında bulunan amcasının, dayısının ve daha başkalarının hücumuna uğradı. Hepsiyle çarpıştıysa da sonunda tahtından oldu (1501).
TAHT PEŞİNDE
Babür bu çarpışmalar içinde pişmiş cesur, iradeli, ince zekâlı bir adamdı. Yenilgisinden yılmadı, yanındaki askerleri ile birlikte Afganistan'a geçti, büyük bir güçlükle karşılaşmadan Kabil'i ele geçirdi (1504). Merkezi Kabil olmak üzere küçük bir devlet kurdu, Fergana ve Semerkant'tan kaçıp gelen Türkleri de buralara yerleştirdi. Bir süre eski ülkesini geri almak, egemenliğini Türkistan'a yaymak için savaştıysa da bir sonuç alamadı. Bunun üzerine gözünü Hindistan'a çevirdi.
HİNT PADİŞAHI BABÜR
O zamanlar Hindistan kargaşalık içinde bir ülke, bir ülkeden de öte âdeta bir kıtaydı. Babür bunu fırsat bilerek güneye yöneldi. Zaten o sırada Delhi padişahlığı için kendisine başvurmuşlardı. Bu fırsattan yararlanarak Hindistan'a yürüdü, 1524'te Pencap'ı, 1526'da kanlı bir çarpışma sonunda Delhi'yi ele geçirdi. Art arda öteki büyük şehirleri de ele geçirerek 1528'e kadar Kuzey Hindistan'ın fethini tamamladı.
Babür'ün kurduğu imparatorluk 1858'e kadar 332 yıl sürdü. Babür'ün ölümünden sonra yerine geçen Hümayun devrinde imparatorluk sarsıntı geçirdiyse de onun oğlu Ekber Şah zamanında en yüksek kudretine ulaştı. Avrupalıların Büyük Moğol İmparatorluğu adını verdikleri bu büyük Türk-Hint İmparatorluğu Babür ve Ekber şahların attığı sağlam temeller sayesinde yüzyıllarca yaşadı.
BABÜRNAME
Babür, aynı zamanda sairdi. Başından geçenleri, başarılarını ve yenilgilerini bu eserinde anlatmıştır. Türkçe'nin Çağatay diyeleğinde yazılmış olan Babürname büyük dillerin hepsine çevrilmiştir.
Hindistan'da kurulan büyük Türk devleti (1526-1858).
Baba tarafından Timur'un, ana tarafından Cengiz Han'ın soyundan gelen Zahirüddin Muhammet Babür, Fergana hükümdarı olduğu zaman (1494) on bir yaşında bir çocuktu. Bu yüzden saltanat iddiasında bulunan amcasının, dayısının ve daha başkalarının hücumuna uğradı. Hepsiyle çarpıştıysa da sonunda tahtından oldu (1501).
TAHT PEŞİNDE
Babür bu çarpışmalar içinde pişmiş cesur, iradeli, ince zekâlı bir adamdı. Yenilgisinden yılmadı, yanındaki askerleri ile birlikte Afganistan'a geçti, büyük bir güçlükle karşılaşmadan Kabil'i ele geçirdi (1504). Merkezi Kabil olmak üzere küçük bir devlet kurdu, Fergana ve Semerkant'tan kaçıp gelen Türkleri de buralara yerleştirdi. Bir süre eski ülkesini geri almak, egemenliğini Türkistan'a yaymak için savaştıysa da bir sonuç alamadı. Bunun üzerine gözünü Hindistan'a çevirdi.
HİNT PADİŞAHI BABÜR
O zamanlar Hindistan kargaşalık içinde bir ülke, bir ülkeden de öte âdeta bir kıtaydı. Babür bunu fırsat bilerek güneye yöneldi. Zaten o sırada Delhi padişahlığı için kendisine başvurmuşlardı. Bu fırsattan yararlanarak Hindistan'a yürüdü, 1524'te Pencap'ı, 1526'da kanlı bir çarpışma sonunda Delhi'yi ele geçirdi. Art arda öteki büyük şehirleri de ele geçirerek 1528'e kadar Kuzey Hindistan'ın fethini tamamladı.
Babür'ün kurduğu imparatorluk 1858'e kadar 332 yıl sürdü. Babür'ün ölümünden sonra yerine geçen Hümayun devrinde imparatorluk sarsıntı geçirdiyse de onun oğlu Ekber Şah zamanında en yüksek kudretine ulaştı. Avrupalıların Büyük Moğol İmparatorluğu adını verdikleri bu büyük Türk-Hint İmparatorluğu Babür ve Ekber şahların attığı sağlam temeller sayesinde yüzyıllarca yaşadı.
BABÜRNAME
Babür, aynı zamanda sairdi. Başından geçenleri, başarılarını ve yenilgilerini bu eserinde anlatmıştır. Türkçe'nin Çağatay diyeleğinde yazılmış olan Babürname büyük dillerin hepsine çevrilmiştir.
Geri: Medeniyetler Tarihi
Babür İmparatorluğu
Hindistan'da kurulan büyük Türk devleti (1526-1858).
Baba tarafından Timur'un, ana tarafından Cengiz Han'ın soyundan gelen Zahirüddin Muhammet Babür, Fergana hükümdarı olduğu zaman (1494) on bir yaşında bir çocuktu. Bu yüzden saltanat iddiasında bulunan amcasının, dayısının ve daha başkalarının hücumuna uğradı. Hepsiyle çarpıştıysa da sonunda tahtından oldu (1501).
TAHT PEŞİNDE
Babür bu çarpışmalar içinde pişmiş cesur, iradeli, ince zekâlı bir adamdı. Yenilgisinden yılmadı, yanındaki askerleri ile birlikte Afganistan'a geçti, büyük bir güçlükle karşılaşmadan Kabil'i ele geçirdi (1504). Merkezi Kabil olmak üzere küçük bir devlet kurdu, Fergana ve Semerkant'tan kaçıp gelen Türkleri de buralara yerleştirdi. Bir süre eski ülkesini geri almak, egemenliğini Türkistan'a yaymak için savaştıysa da bir sonuç alamadı. Bunun üzerine gözünü Hindistan'a çevirdi.
HİNT PADİŞAHI BABÜR
O zamanlar Hindistan kargaşalık içinde bir ülke, bir ülkeden de öte âdeta bir kıtaydı. Babür bunu fırsat bilerek güneye yöneldi. Zaten o sırada Delhi padişahlığı için kendisine başvurmuşlardı. Bu fırsattan yararlanarak Hindistan'a yürüdü, 1524'te Pencap'ı, 1526'da kanlı bir çarpışma sonunda Delhi'yi ele geçirdi. Art arda öteki büyük şehirleri de ele geçirerek 1528'e kadar Kuzey Hindistan'ın fethini tamamladı.
Babür'ün kurduğu imparatorluk 1858'e kadar 332 yıl sürdü. Babür'ün ölümünden sonra yerine geçen Hümayun devrinde imparatorluk sarsıntı geçirdiyse de onun oğlu Ekber Şah zamanında en yüksek kudretine ulaştı. Avrupalıların Büyük Moğol İmparatorluğu adını verdikleri bu büyük Türk-Hint İmparatorluğu Babür ve Ekber şahların attığı sağlam temeller sayesinde yüzyıllarca yaşadı.
BABÜRNAME
Babür, aynı zamanda sairdi. Başından geçenleri, başarılarını ve yenilgilerini bu eserinde anlatmıştır. Türkçe'nin Çağatay diyeleğinde yazılmış olan Babürname büyük dillerin hepsine çevrilmiştir.
Hindistan'da kurulan büyük Türk devleti (1526-1858).
Baba tarafından Timur'un, ana tarafından Cengiz Han'ın soyundan gelen Zahirüddin Muhammet Babür, Fergana hükümdarı olduğu zaman (1494) on bir yaşında bir çocuktu. Bu yüzden saltanat iddiasında bulunan amcasının, dayısının ve daha başkalarının hücumuna uğradı. Hepsiyle çarpıştıysa da sonunda tahtından oldu (1501).
TAHT PEŞİNDE
Babür bu çarpışmalar içinde pişmiş cesur, iradeli, ince zekâlı bir adamdı. Yenilgisinden yılmadı, yanındaki askerleri ile birlikte Afganistan'a geçti, büyük bir güçlükle karşılaşmadan Kabil'i ele geçirdi (1504). Merkezi Kabil olmak üzere küçük bir devlet kurdu, Fergana ve Semerkant'tan kaçıp gelen Türkleri de buralara yerleştirdi. Bir süre eski ülkesini geri almak, egemenliğini Türkistan'a yaymak için savaştıysa da bir sonuç alamadı. Bunun üzerine gözünü Hindistan'a çevirdi.
HİNT PADİŞAHI BABÜR
O zamanlar Hindistan kargaşalık içinde bir ülke, bir ülkeden de öte âdeta bir kıtaydı. Babür bunu fırsat bilerek güneye yöneldi. Zaten o sırada Delhi padişahlığı için kendisine başvurmuşlardı. Bu fırsattan yararlanarak Hindistan'a yürüdü, 1524'te Pencap'ı, 1526'da kanlı bir çarpışma sonunda Delhi'yi ele geçirdi. Art arda öteki büyük şehirleri de ele geçirerek 1528'e kadar Kuzey Hindistan'ın fethini tamamladı.
Babür'ün kurduğu imparatorluk 1858'e kadar 332 yıl sürdü. Babür'ün ölümünden sonra yerine geçen Hümayun devrinde imparatorluk sarsıntı geçirdiyse de onun oğlu Ekber Şah zamanında en yüksek kudretine ulaştı. Avrupalıların Büyük Moğol İmparatorluğu adını verdikleri bu büyük Türk-Hint İmparatorluğu Babür ve Ekber şahların attığı sağlam temeller sayesinde yüzyıllarca yaşadı.
BABÜRNAME
Babür, aynı zamanda sairdi. Başından geçenleri, başarılarını ve yenilgilerini bu eserinde anlatmıştır. Türkçe'nin Çağatay diyeleğinde yazılmış olan Babürname büyük dillerin hepsine çevrilmiştir.
Geri: Medeniyetler Tarihi
Bizans İmparatorluğu
İmparator
Bizans'ın imparatorluk kavramı Roma ve Helen kaynaklıdır. Tanrı-imparator anlayışı ve uygulaması Hıristiyanlaşmış haliyle karşımıza çıkmaktadır. İmparator, Tanrı iradesiyle gönderilmiş bir kişidir. Tanrı'nın seçilmiş kuludur ve onun himayesinde hüküm sürmektedir. Kilise ve imparator bir bütündür ve imparator kimsenin sorgulayamayacağı ve buna cüret edemeyeceği son derece önemli bir şahıstır.
Bu özellikler taşıyan kişinin başında olduğu imparatorluk da, tüm devletlerin, kavimlerin içinde olduğu ortaçağ hiyerarşisinin tepesinde bulunmaktadır. Törenler hipodromda yapılır ancak hükümdarlık ünvanının verilişinin en önemli aşaması, taç giyme, Ayasofya'da gerçekleşirdi. Patrik yeni hükümdara tacını giydirir ve hükümdar kendini " Tanrı'nın sevgili ve yeryüzündeki vekili" olarak tanıtırdı.
Hukuk
İmparator, adalet örgütünün başıydı. 14.yüzyılın başlarına kadar en yüksek mahkeme imparatorun başkanlık ettiği mahkemeydi. Üyeleri yüksek memurlardan seçilirdi. Ağır suçlar burada görüşülür ve karara bağlanırdı. Bu yüksek mahkemenin dışında, yüksek daire başkanlarının yönettikleri mahkemeler ve ayrıca kentlerde birçok ilk mahkemeler bulunmaktaydı.
Ordu
Bizans ordusu kara ve deniz kuvvetlerinden meydana geliyordu. İmparatorluğun kurulduğu dönemde kara ordusu iyi örgütlenmiş ve iyi eğitim görmüştü. Kara ordusu sınırlarda oturan birliklerle merkezde bulunan ve her cepheye gönderilen esas kuvvetlerden oluşurdu. 7. yüzyılda ordu ordu örgütünde önemli değişiklikler oldu.
Thema sistemi ile eyaletlerdeki askeri birlikler yeni bir sisteme bağlandı. Strategos, aynı zamanda themasının askeri birliklerinin komutanıydı. Kara ordusu piyade ve süvari olmak üzere iki kola ayrılmıştı. Silah olarak kılıç, kalkan, mızrak, zırh ve çeşitli savaş baltaları, mancınıklar kullanılıyordu. Bizans İmparatorluğu kurulduğu zaman düzenli bir donanması olmadığı gibi 7. yüzyıla kadar Bizans'ın denizlerde kuvvetli bir düşmanı da yoktu. Fakat Müslüman donanmasının kurulmasından ve Bizans'a karşı ilk başarıları kazanmasından sonra donanmanın önemi anlaşılmış ve deniz kuvvetleri esaslı bir biçimde örgütlenmişti.
Herakleios reformları ile bütün deniz kuvvetleri tek bir ad altında birleştirildi. 3. Leon zamanında deniz kuvvetleri İstanbul donanması ve deniz themaları donanması olarak ikiye ayrıldı. 10. yüzyılda donanma 3-5 Dromondan meydana gelen birliklere ayrıldı. Rum ateşi en önemli silahlarıydı. 11. yüzyıldan itibaren Bizans donanması zayıfladı. 2. Andronikos donanmayı kaldırınca denizlerde üstünlük Venedik ve Cenova'ya geçti. 3. Andronikos donanmayı tekrar kurmaya çalıştıysa da başarılı olamadı.
Bilim
Bizans İmparatorluğu'nda bilim ve fikir hayatı ilk iki yüzyıl boyunca Antik Yunan ve Latin dünyası arasındaki ilişkilere sıkı sıkıya bağlıdır. Büyük Constantinus ile birlikte Hıristiyanlık resmen kabul edilmekle beraber Antik geleneğini devlet ve fikir hayatı üzerinde birinci derecede etkili olduğu kesindir.
Putperestliğin son kalıntıları 6. ve 7. yüzyılda kaybolmuş, Antik dşüncenin son kalesi olan Atina Okulu 529 yılında kapatılmıştır. Bu arada Hellenistik düşüncenin devam ettiği Mısır, Suriye ve Filistin'in müslümanlar tarafından alınması ile bütün bilim ve kültür hayatı İstanbul'da toplanmıştır.
Tarihçilik
Bizans İmparatorluğu'nda tarihçilik çok önemli idi. Bizans tarihçilerinin eserleri yanlız Bizans İmparatoru için değil, ilişkide bulunduğu kavimlerin tarihi içinde değerli bilgiler içermektedir. Bizans tarihçiliği kilise tarihi ve dünya tarihi ile başlar. Örneğin: Eusebios'un Khronogrophia'sı, Theophanes'in Khronogrophia'sı, Skylitzes'in Synopsis Historion adlı eserleri.
Genel dünya tarihine paralel olarak Antik tarzda yazılan monografilerde Bizans'ın kuruluşundan yıkılışına kadar olan dönem konu alınır. Prikopius'un Gizli Tarih'i ve Yapılar adlı eserleri. Tıp, matematik, astronomi, kimya, botanik, zooloji gibi bilim dallarında ise çok fazla eser yoktur.
Edebiyat
Bizans edebiyatı, diğer konularda olduğu gibi ilk zamanlar Antik edebiyatın bir devamıdır. Hıristiyanlığın devlet dini olarak kabul edilmesine rağmen eski putperest edebiyat hemen ortadan kalkmamıştır. Ancak Hıristiyan düşünüşü çok geçmeden edebiyatta da ağırlığını ortaya koymuştur. Şekil olarak eskiye bağlı kalmakla beraber ruh bakımından Hıristiyan idi. Bizans yazarlarının çoğunda Kitab-ı Mukaddes'in bilinmesi, Antik eserlerin bilinmesi kadar önemli sayılırdı.
Bizans edebiyatı en parlak dönemini Justinianos zamanında yapmıştır. İstanbul merkez olmakla beraber Anadolu, Suriye, Filistin ve Mısır'daki kentlerde de canlı bir edebi faaliyet göze çarpıyordu. Tarih, hukuk, bilim ve teknoloji şiirin konusunu oluşturuyor ve her çeşit düz yazı şiire çevriliyordu.
Önemli şairler arasında Nannos, Romanos, Musaios, Patrik Sergios'u sayabiliriz. 7. yüzyılın ortalarından itibaren Bizans edebiyatında bir duraklama dikkati çekmektedir. Özellikle ikon-oklazma yanlız kutsal resimleri yok etmekle kalmamış aynı zamanda bilim ve edebi faaliyetlerin de durmasına neden olmuştur. Bu dönemde çoğunlukla din konuları işlenmiştir. Ayrıca din uğruna ölenlerin biyografileri de bu dönemde oldukça yoğun işlenen konular arasındadır.
Bizans'ın ilk kadın şairi Kosia bu dönemde yaşamıştır. İki yüzyıl devam eden duraklama döneminden sonra yeni ve parlak dönem İstanbul Üniversitesi'nin yeniden kurulmasıyla (863) başlamıştır. Antik ve Bizans eserleri toplanmış ve incelenmiş, özetlerini içeren ansiklopediler yazılmaya başlanmıştır. Bunun en önemli örneği Suidas'dır.
Bu dönemde ayrıca milli destanlar, epigramlar, ilahiler, manzumlar yazılmıştır. 12. yüzyıldan itibaren halk diliyle yazılmış didaktik, satirik, lirik şiirlere, atasözlerine ve hikayelere rastlanır. Diğer yandan eski mitolojik konular halk edebiyarı üzerinde etkili olmuştur.
Eğitim
Öğretim yaygın değildi. Daha çok erkek çocuklar okula gönderilirdi. Öğretimde Antik Yunan yazarlarının metinleri okutuluyor ve açıklanıyordu. Orta öğretimin amacı memur yetiştirmekti. Büyük Constantinus'un, İstanbul'u başkent yapmasından sonra imparatorluğun çeşitli bölgelerinden, özellikle de Atina, Mısır ve Suriye'den gelen bilginler burada toplanıyor ve burasını bir bilim merkesi haline getiriyorlardı.
2. Thedosius döneminde İstanbul'da ilk yüksekokul kurulmuştu. Eğitim süresi 5 yıldı. Sonraki dönemlerde kapatılan bu okul, 863 yılında tekrar açılmıştır. Burada felsefe, matematik, astronomi, gramer ve müzik okutulmaya başlandı. İstanbul'da Thedosius'tan itibaren kurulan ve kapatılan üniversite ve yüksekokulların dışında patrikhaneye bağlı olan ve teoloji öğretimi yapan okullar da bulunuyordu. Burada dini derslerin yanında Eski Yunan felsefesi, dil ve edebiyatı, matematik gibi dersler de veriliyordu.
Din
Bizans İmparatorluğu'nda dinin ve dolayısıyla kilisenin önemi çok büyüktü. Hıristiyanlığın resmen kabulünden sonra kiliseye karşı zaman zaman imparatorların önlem almasına rağmen kilise her zaman saygınlığını korumuştur. Patrik imparator tarafından seçiliyordu ve patrik imparatora taç giydiriyordu.
Kiliseye bağlı olarak geniş bir manastır ağı kurulmuştu. Halkın manastırlara olan ilgisi oldukça fazlaydı. Kimileri hayatı boyunca buraya kapanırken kimileri de maddi destek sağlıyordu. Bizans İmparatorluğu'nda manastırların böyle önemli olmasını nedeni; çeşitlilik gösteren, esnek ve akışkan bir kurum olması, toplumun ihtiyaçlarını karşılar nitelikte olması, her sınıftan insana açık olmasıydı. İnsanlar buraya gelip, Tanrı'ya olan borçlarını ödemekte ve aynı zamanda huzur, mutluluk ve güven dolu bir hayat yaşamaktaydılar.
Ekonomi
Bizans İmparatorluğu'nda ekonomik hayatın temelini tarım meydana getiriyordu. Toprak devletin malıydı. Themalara bölünmüştü ve buralara askeri valiler atanmıştı. Valinin görevi theması içinden gelen toprak gelirlerini imparatora iletmektir. Devlet tarım yapması için kişiye toprak verir o da burayı işler, böylece hem ailesinin ihtiyacını karşılar hem de ürün fazlasını satarak vergi giderlerini karşılardı.
Genel olarak buğday, üzüm, tahıl ürünleri, meyve, pamuk yetiştirilir; arıcılık, hayvan yetiştiriciliği (koyun, keçi, sığır ve at) yapılırdı. Bizans sanayisi deyince akla tekstil gelmektedir. Başta pamuklu ve ipekli dokumacılık olmak üzere ketencilik ve halıcılık ileri düzeydeydi. Madencilik, camcılık, kuyumculuk da oldukça gelişmiştir. Her sanayi kolu loncalar şeklinde örgütlenmiş ve sıkı devlet kontrolü altında idiler.
Konstantinapolis
Büyük Constantinus, doğudaki başkent olarak, Antik dönemin devamı olabilecek şehirleri değil, İstanbul'u (konstantinapolis'i) seçti. Her taraftan işçi, sanatçı ve malzeme getirtti. Roma, Atina, İskenderiye, Efes ve Antakya'nın en güzel tapınakları yeni kenti süslemek için kullanıldı.
Yeni merkezi Roma'ya benzetmek için elinden geleni yaptı ve 330 yılında şehri büyük bir törenle açtı. İmparator, doğudaki başkent olarak Antik devir devamı olabilecek şehirleri değil, Konstantinapolis'i seçmişti. Bunun nedenleri arasında kentin coğrafi konumu, ekonomik ve siyasal koşulları sayılabilir.
İmparator
Bizans'ın imparatorluk kavramı Roma ve Helen kaynaklıdır. Tanrı-imparator anlayışı ve uygulaması Hıristiyanlaşmış haliyle karşımıza çıkmaktadır. İmparator, Tanrı iradesiyle gönderilmiş bir kişidir. Tanrı'nın seçilmiş kuludur ve onun himayesinde hüküm sürmektedir. Kilise ve imparator bir bütündür ve imparator kimsenin sorgulayamayacağı ve buna cüret edemeyeceği son derece önemli bir şahıstır.
Bu özellikler taşıyan kişinin başında olduğu imparatorluk da, tüm devletlerin, kavimlerin içinde olduğu ortaçağ hiyerarşisinin tepesinde bulunmaktadır. Törenler hipodromda yapılır ancak hükümdarlık ünvanının verilişinin en önemli aşaması, taç giyme, Ayasofya'da gerçekleşirdi. Patrik yeni hükümdara tacını giydirir ve hükümdar kendini " Tanrı'nın sevgili ve yeryüzündeki vekili" olarak tanıtırdı.
Hukuk
İmparator, adalet örgütünün başıydı. 14.yüzyılın başlarına kadar en yüksek mahkeme imparatorun başkanlık ettiği mahkemeydi. Üyeleri yüksek memurlardan seçilirdi. Ağır suçlar burada görüşülür ve karara bağlanırdı. Bu yüksek mahkemenin dışında, yüksek daire başkanlarının yönettikleri mahkemeler ve ayrıca kentlerde birçok ilk mahkemeler bulunmaktaydı.
Ordu
Bizans ordusu kara ve deniz kuvvetlerinden meydana geliyordu. İmparatorluğun kurulduğu dönemde kara ordusu iyi örgütlenmiş ve iyi eğitim görmüştü. Kara ordusu sınırlarda oturan birliklerle merkezde bulunan ve her cepheye gönderilen esas kuvvetlerden oluşurdu. 7. yüzyılda ordu ordu örgütünde önemli değişiklikler oldu.
Thema sistemi ile eyaletlerdeki askeri birlikler yeni bir sisteme bağlandı. Strategos, aynı zamanda themasının askeri birliklerinin komutanıydı. Kara ordusu piyade ve süvari olmak üzere iki kola ayrılmıştı. Silah olarak kılıç, kalkan, mızrak, zırh ve çeşitli savaş baltaları, mancınıklar kullanılıyordu. Bizans İmparatorluğu kurulduğu zaman düzenli bir donanması olmadığı gibi 7. yüzyıla kadar Bizans'ın denizlerde kuvvetli bir düşmanı da yoktu. Fakat Müslüman donanmasının kurulmasından ve Bizans'a karşı ilk başarıları kazanmasından sonra donanmanın önemi anlaşılmış ve deniz kuvvetleri esaslı bir biçimde örgütlenmişti.
Herakleios reformları ile bütün deniz kuvvetleri tek bir ad altında birleştirildi. 3. Leon zamanında deniz kuvvetleri İstanbul donanması ve deniz themaları donanması olarak ikiye ayrıldı. 10. yüzyılda donanma 3-5 Dromondan meydana gelen birliklere ayrıldı. Rum ateşi en önemli silahlarıydı. 11. yüzyıldan itibaren Bizans donanması zayıfladı. 2. Andronikos donanmayı kaldırınca denizlerde üstünlük Venedik ve Cenova'ya geçti. 3. Andronikos donanmayı tekrar kurmaya çalıştıysa da başarılı olamadı.
Bilim
Bizans İmparatorluğu'nda bilim ve fikir hayatı ilk iki yüzyıl boyunca Antik Yunan ve Latin dünyası arasındaki ilişkilere sıkı sıkıya bağlıdır. Büyük Constantinus ile birlikte Hıristiyanlık resmen kabul edilmekle beraber Antik geleneğini devlet ve fikir hayatı üzerinde birinci derecede etkili olduğu kesindir.
Putperestliğin son kalıntıları 6. ve 7. yüzyılda kaybolmuş, Antik dşüncenin son kalesi olan Atina Okulu 529 yılında kapatılmıştır. Bu arada Hellenistik düşüncenin devam ettiği Mısır, Suriye ve Filistin'in müslümanlar tarafından alınması ile bütün bilim ve kültür hayatı İstanbul'da toplanmıştır.
Tarihçilik
Bizans İmparatorluğu'nda tarihçilik çok önemli idi. Bizans tarihçilerinin eserleri yanlız Bizans İmparatoru için değil, ilişkide bulunduğu kavimlerin tarihi içinde değerli bilgiler içermektedir. Bizans tarihçiliği kilise tarihi ve dünya tarihi ile başlar. Örneğin: Eusebios'un Khronogrophia'sı, Theophanes'in Khronogrophia'sı, Skylitzes'in Synopsis Historion adlı eserleri.
Genel dünya tarihine paralel olarak Antik tarzda yazılan monografilerde Bizans'ın kuruluşundan yıkılışına kadar olan dönem konu alınır. Prikopius'un Gizli Tarih'i ve Yapılar adlı eserleri. Tıp, matematik, astronomi, kimya, botanik, zooloji gibi bilim dallarında ise çok fazla eser yoktur.
Edebiyat
Bizans edebiyatı, diğer konularda olduğu gibi ilk zamanlar Antik edebiyatın bir devamıdır. Hıristiyanlığın devlet dini olarak kabul edilmesine rağmen eski putperest edebiyat hemen ortadan kalkmamıştır. Ancak Hıristiyan düşünüşü çok geçmeden edebiyatta da ağırlığını ortaya koymuştur. Şekil olarak eskiye bağlı kalmakla beraber ruh bakımından Hıristiyan idi. Bizans yazarlarının çoğunda Kitab-ı Mukaddes'in bilinmesi, Antik eserlerin bilinmesi kadar önemli sayılırdı.
Bizans edebiyatı en parlak dönemini Justinianos zamanında yapmıştır. İstanbul merkez olmakla beraber Anadolu, Suriye, Filistin ve Mısır'daki kentlerde de canlı bir edebi faaliyet göze çarpıyordu. Tarih, hukuk, bilim ve teknoloji şiirin konusunu oluşturuyor ve her çeşit düz yazı şiire çevriliyordu.
Önemli şairler arasında Nannos, Romanos, Musaios, Patrik Sergios'u sayabiliriz. 7. yüzyılın ortalarından itibaren Bizans edebiyatında bir duraklama dikkati çekmektedir. Özellikle ikon-oklazma yanlız kutsal resimleri yok etmekle kalmamış aynı zamanda bilim ve edebi faaliyetlerin de durmasına neden olmuştur. Bu dönemde çoğunlukla din konuları işlenmiştir. Ayrıca din uğruna ölenlerin biyografileri de bu dönemde oldukça yoğun işlenen konular arasındadır.
Bizans'ın ilk kadın şairi Kosia bu dönemde yaşamıştır. İki yüzyıl devam eden duraklama döneminden sonra yeni ve parlak dönem İstanbul Üniversitesi'nin yeniden kurulmasıyla (863) başlamıştır. Antik ve Bizans eserleri toplanmış ve incelenmiş, özetlerini içeren ansiklopediler yazılmaya başlanmıştır. Bunun en önemli örneği Suidas'dır.
Bu dönemde ayrıca milli destanlar, epigramlar, ilahiler, manzumlar yazılmıştır. 12. yüzyıldan itibaren halk diliyle yazılmış didaktik, satirik, lirik şiirlere, atasözlerine ve hikayelere rastlanır. Diğer yandan eski mitolojik konular halk edebiyarı üzerinde etkili olmuştur.
Eğitim
Öğretim yaygın değildi. Daha çok erkek çocuklar okula gönderilirdi. Öğretimde Antik Yunan yazarlarının metinleri okutuluyor ve açıklanıyordu. Orta öğretimin amacı memur yetiştirmekti. Büyük Constantinus'un, İstanbul'u başkent yapmasından sonra imparatorluğun çeşitli bölgelerinden, özellikle de Atina, Mısır ve Suriye'den gelen bilginler burada toplanıyor ve burasını bir bilim merkesi haline getiriyorlardı.
2. Thedosius döneminde İstanbul'da ilk yüksekokul kurulmuştu. Eğitim süresi 5 yıldı. Sonraki dönemlerde kapatılan bu okul, 863 yılında tekrar açılmıştır. Burada felsefe, matematik, astronomi, gramer ve müzik okutulmaya başlandı. İstanbul'da Thedosius'tan itibaren kurulan ve kapatılan üniversite ve yüksekokulların dışında patrikhaneye bağlı olan ve teoloji öğretimi yapan okullar da bulunuyordu. Burada dini derslerin yanında Eski Yunan felsefesi, dil ve edebiyatı, matematik gibi dersler de veriliyordu.
Din
Bizans İmparatorluğu'nda dinin ve dolayısıyla kilisenin önemi çok büyüktü. Hıristiyanlığın resmen kabulünden sonra kiliseye karşı zaman zaman imparatorların önlem almasına rağmen kilise her zaman saygınlığını korumuştur. Patrik imparator tarafından seçiliyordu ve patrik imparatora taç giydiriyordu.
Kiliseye bağlı olarak geniş bir manastır ağı kurulmuştu. Halkın manastırlara olan ilgisi oldukça fazlaydı. Kimileri hayatı boyunca buraya kapanırken kimileri de maddi destek sağlıyordu. Bizans İmparatorluğu'nda manastırların böyle önemli olmasını nedeni; çeşitlilik gösteren, esnek ve akışkan bir kurum olması, toplumun ihtiyaçlarını karşılar nitelikte olması, her sınıftan insana açık olmasıydı. İnsanlar buraya gelip, Tanrı'ya olan borçlarını ödemekte ve aynı zamanda huzur, mutluluk ve güven dolu bir hayat yaşamaktaydılar.
Ekonomi
Bizans İmparatorluğu'nda ekonomik hayatın temelini tarım meydana getiriyordu. Toprak devletin malıydı. Themalara bölünmüştü ve buralara askeri valiler atanmıştı. Valinin görevi theması içinden gelen toprak gelirlerini imparatora iletmektir. Devlet tarım yapması için kişiye toprak verir o da burayı işler, böylece hem ailesinin ihtiyacını karşılar hem de ürün fazlasını satarak vergi giderlerini karşılardı.
Genel olarak buğday, üzüm, tahıl ürünleri, meyve, pamuk yetiştirilir; arıcılık, hayvan yetiştiriciliği (koyun, keçi, sığır ve at) yapılırdı. Bizans sanayisi deyince akla tekstil gelmektedir. Başta pamuklu ve ipekli dokumacılık olmak üzere ketencilik ve halıcılık ileri düzeydeydi. Madencilik, camcılık, kuyumculuk da oldukça gelişmiştir. Her sanayi kolu loncalar şeklinde örgütlenmiş ve sıkı devlet kontrolü altında idiler.
Konstantinapolis
Büyük Constantinus, doğudaki başkent olarak, Antik dönemin devamı olabilecek şehirleri değil, İstanbul'u (konstantinapolis'i) seçti. Her taraftan işçi, sanatçı ve malzeme getirtti. Roma, Atina, İskenderiye, Efes ve Antakya'nın en güzel tapınakları yeni kenti süslemek için kullanıldı.
Yeni merkezi Roma'ya benzetmek için elinden geleni yaptı ve 330 yılında şehri büyük bir törenle açtı. İmparator, doğudaki başkent olarak Antik devir devamı olabilecek şehirleri değil, Konstantinapolis'i seçmişti. Bunun nedenleri arasında kentin coğrafi konumu, ekonomik ve siyasal koşulları sayılabilir.
F3do :: Atatürk Ve Tarih :: Tarih
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz