F3do
Lütfen Üye Olunuz...!!!

Join the forum, it's quick and easy

F3do
Lütfen Üye Olunuz...!!!
F3do
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Buna Gerçekten çok ihtiyacımız var

Aşağa gitmek

Buna Gerçekten çok ihtiyacımız var Empty Buna Gerçekten çok ihtiyacımız var

Mesaj tarafından chatlak C.tesi Ekim 18, 2008 3:45 am

iSTiKLAL MARŞI

Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır parlayacak!
O benimdir, o benim milletimindir ancak!

Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül... ne bu şiddet, bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal.
Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklal.

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım;
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar.
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imânı boğar,
'Medeniyyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?

Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın;
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın,
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.

Bastığın yerleri 'toprak' diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı.
Verme, dünyâları alsan da bu cennet vatanı.

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ.

Rûhumun senden İlahî, şudur ancak emeli:
Değmesin ma' bedimin göğsüne nâ-mahrem eli!
Bu ezanlar-ki şehâdetleri dinin temeli-
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.

O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım.
Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım;
Fışkırır rûh-ı mücerred gibi yerden na'şım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım!

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl;
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet,
Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklâl!

Mehmet Akif Ersoy



Milli Marş’ın beste hikayesi

Milli marşlarımız ve ilgili hatıralar

Cumhuriyet devrine kadar bir "Milli Marş" yaptırılması düşünülmemiştir.
Bunun yerine padişahların şahıslarına yaptırdıkları özel marşlar
kullanılmıştır. Bu marşlar halk kitlesine mâl edilmediği için bilhassa
dış memleketlerde çok defa güç durumlarda kalınmış, sıra bize geldiği
zaman topluluğumuz şaşkına uğramış, bazen "Bizim milli marşımız yok."
diyebilenlerimiz de olmuştur. Hatta bir futbol ekibimiz yine böyle
sıkışık bir durumda kalarak "Milli marş" yerine "Hamsi koydum tavaya"
türküsünü bile okumuştur.

Reşadiye harp gemimizin kızaktan indirilişi töreninde bulunmak üzere
İngiltere’ye davet edilen Türk heyeti, törenin son dakikalarında birden
bire güç bir durumla karşılaşmıştı. Nutuklardan sonra geminin burnunda
şampanya şişesi patlatılmadan İngiliz denizcileri kendi milli
marşlarını okuyunca bizimkiler de mukabele etmeye mecbur kalmışlardı.
Söylenecek bir milli marş olmadığı için önce birbirlerine bakıştılar,
sonra müstakbel çarkçıbaşı durumun önemini hissederek:

- Arkadaşlar, "Entarisi ala benziyor"u biliyor musunuz?

- Biliyoruz.

- O halde hep beraber:

- "Entarisi ala benziyor

Sultan Reşat bana benziyor"

Birinci dünya savaşının son yıllarında, merhum Abdulkadir Karamürsel,
bir askerî temsilcimizin yaveri olarak Brest-Litowsk’ta bulunduğu
sırada gar kumandanlığından aranarak kendisine şu haber bildirilir:

"37 kişilik bir Türk Subay kafilesi Rusya’dan esaretten kurtularak
memleketlerine dönmek üzere buradan geçiyorlar. Burada bir gece
kalacaklar, sizden bahsettik, pek sevindiler. Hemen geliniz. İaşe ve
ibate (barınma) işlerini beraberce tanzim edelim."

O gece misafir Türk kafilesinin bütün ihtiyaçları temin edildikten
sonra gecede bir ziyafet tertip edilir. Yenilir, içilir. Karşılıklı
nutuklar söylenir. Bu sırada orada bulunan Almanlar hep bir ağızdan
Alman milli marşı (Deutschlan uber alles)’nı iki sesli okuyunca
bizimkiler soğuk terler dökmeye başlarlar. Bir ara merhum A. Karamürsel
yavaşça subaylarımıza eğilerek:

- Ne biliyorsunuz? Ordumuz etti yemin?

- Unuttuk.

- Kalkın ey ehli vatan.

- ??????

Arkadaşlar, Tekbir’i hepiniz bilirsiniz. Benim sesime uydurarak söyleyeceğiz. Benim işaretime dikkat ediniz.

Biraz sonra 38 Türk’ün Tekbir nidaları salonu çınlatıyordu:

"Allahü Ekber!.. Allahü Ekber!.."



İstiklâl Marşı’mızın besteleniş hikayesi

Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin de bir milli marşı olmalıydı. Daha
Cumhuriyet kurulmadan İstiklâl Savaşı sırasında, Garp Cephesi
Komutanlığı’ndan bu arzu doğmuştu. Durum, sonradan Maârif Vekili olan
Hamdullah Suphi’ye havale edildi. Böylece Türk milli marşı olarak
"İstiklâl Marşı" adı ile yaptırılacak marşın hazırlıklarına girildi.
Beste ve güfte için beşer yüz lira armağan kararlaştırılarak genelge ve
mektuplarla bütün yurda duyuruldu.

Önce şiir seçilip sonra beste yarışması açılacaktı. Şiir yarışmasına
yurdun dört bir yanından tam 724 şiir gönderildi. Komisyon bunlardan
yedisini seçerek bastırdı ve meclis üyelerine dağıttı.

Atatürk’ün başkanlığında TBMM’nin 12.03.1921 günkü celsesinde Mehmet
Akif Ersoy’un şiiri defalarca okutturularak alkışlar arasında milli
marş olarak bestelenmek üzere seçildi.

Beste yarışması ise güfte kadar ilgi görmedi. Bu da memleketin o
zamanki musiki durumunu yansıtmaktadır. Beste yarışmasına ancak 24
besteci katılmıştı. Bunlardan bazıları şunlardır:

Ahmet Cemalettin Çinkılıç, Ahmet Yekta Madran, Ali Rifat Çağatay, Asım
Bey, Bedri Zabaç, Hasan Basri Çantay, H. Saadettin Arel, İsmail Hakkı
Bey, İsmail Zühdü, Kazım Uz, Lemi Atlı, Mehmet Baha Pars, Mustafa
Sunar, Rauf Yekta, Saadettin Kaynak, Zati Arca, Zeki Üngör.

Güfte yarışması sonuçlandırıldıktan sonra Anadolu’daki savaş iyice
kızıştığı sıralarda beste yarışması ilgisini tabii olarak kaybetmiştir.
Buna rağmen muhiti olan bestekârlar faaliyetten geri durmamışlar ve
kendi bestelerini yaymaya uğraşmışlardır.

O sıralarda Edirne’de müzik öğretmeni bulunan Ahmet Yekta Madran, kendi
marşını Edirne ve havalisinde yaymaya ve söyletmeye başlamıştır.
İzmir’de müzik öğretmeni bulunan İsmail Zühdü de kendi marşını İzmir ve
havalisi ile Eskişehir’de yaymakta idi. Ankara’da da Zeki Üngör’ün
marşı söylenmekte olup İstanbul’da ise iki marş söylenip
yayınlanmaktaydı. Bunlar da İstanbul tarafında bir çok mekteplerde
öğretmenlik yapan Zati Arca’nın, Kadıköy tarafında ise Ali Rifat
Çağatay’ın bestesi söylenmekteydi.

Bu durum birkaç yıl böylece devam etmiş ve 1924’te Ankara’da maârif
vekaletinde toplanan bir kurul, Ali Rifat Çağatay’ın marşını resmi marş
olarak kabul ederek ilgili kurullar ile bütün okullara bildirmiştir. Bu
marş, 1924’ten 1930 yıllarına kadar söylenip çalındıktan sonra 1930
sıralarında yeni bir emirle Riyaseti Cumhur Orkestrası şefi Zeki
Üngör’ün bestesi milli marş bestesi olarak kabul edilmiştir. Zeki
Üngör, İstiklâl Marşı’nın besteleniş hikayesini şöyle anlatmıştır:

"İstiklâl savaşının devam ettiği sıralarda ben, Muzika-i Humayun
muallimi idim. Yani doğrudan doğruya Saray’a ve Vahdettin’e bağlıydık.
Bando, Fasıl Takımı ve Orkestra benim emrimde idi.

Şişli’de Uğurlu Han’ın 4 numarasında oturuyordum. Kurtuluş ordusu
süvarilerinin İzmir’e girdiklerinden iki veya üç gün sonra evimde,
Talim-Terbiye Heyeti azası ve terbiye mütehassısı dostum Haydar
merhumla oturuyorduk. Kapı çalındı. İlkokul öğretmeni İhsan merhum
geldi. Büyük bir heyecan içinde, süvarilerin İzmir’e girişlerini
anlatmaya başladı. Hepimiz coşmuştuk. Hemen kalkıp piyano başına
geçtim. Ve derhal içimde doğan parçayı çalmaya koyuldum.

İlk etapta marşın giriş kısmındaki akoru oluşturdum. Bu şekilde iki, üç
mezür yaptım. Arkadaşlarım: "Aman dediler, bu çok güzel bir şey
olacak." Bunun üzerine İhsan’a İzmir’in kurtuluşunu ve büyük zaferi
bütün teferruatı ile anlatmasını rica ettim. O anlattı, ben çaldım.
Böylece kısa zamanda eserin taslağı ortaya çıktı. Ertesi gün de
çalıştım. İki gün sonra beste bitti. Götürüp arkadaşlara gösterdim. Çok
beğendiler. Bunun üzerine bu müziği milli marş olarak takdime karar
verdim. Kıymeti hakkında daha kat’i bir fikir edinmek maksadıyla da
besteyi Viyana Konservatuvarı direktörüne gönderdim. On gün sonra
direktörden gelen mektupta, eserin çok orijinal bulunduğu ve
melodisinin Türk milletinin ihtişamına yakışacak şekilde olduğu
belirtilerek tebrik ediliyordum.

Bu mektup geldikten on beş gün sonra beni Ankara’dan çağırdılar,
gittim. Bana Muzika-i Humayun’u bütün kadrosu ile Ankara’ya nakletmek
vazifesi verildi. Bunun üzerine tekrar İstanbul’a döndüm. Ve Ankara’ya
ilk olarak başlarında piyanist Sabri’nin bulunduğu beş kişilik bir
heyet yolladım. Vahdettin henüz padişah olduğu için bu işleri gizli
yapıyorduk. Bir ay sonra da kimseye bir şey söylemeden Ankara’ya
gittim. Ve hemen İstanbul’daki arkadaşları bir telgrafla çağırdım. Üç
gün sonra geldiler. Böylece milli marşı bu heyete ilk defa Ankara’da
verilen o baloda Atatürk’ün huzurunda çaldık. İşte milli marş böyle
bestelendi.”

Bestekarın bu anlatışından, eseri önce sözsüz olarak bestelediği ve
daha sonra Mehmet Akif’in şiirini besteye giydirdiği anlaşılmaktadır.
Bu sebepten meydana gelen prozodi hataları, eser hakkında sonradan
yapılan tenkitlerin başlıcası olmuştur. Bestekar yukarıdaki beyanatının
bir yerinde her ne kadar, "Bu müziği milli marş olarak takdime karar
verdim" diyorsa da, eserdeki ses sahasını halk tabakasını nazara
almadan kullanması bestenin milli marş olarak bestelenmediğini meydana
çıkarmaktadır. Marştaki bu teknik hatalardan başka ses ritminden ağır
çalınıp söylenmesinde bestekarın kusuru başta gelmektedir. Besteci bu
durumu şöyle anlatmıştır:

“Ben İstiklal Marşı’nı bestelerken kulaklarımda İzmir’e koşan atlıların
dörtnal sesleri vardı. Eserin başında metronomu (1 dörtlük=80) olan bir
eser hiçbir vakit cenaze marşına benzemez.

Plaklardaki ağır tempolu çalınışı ise; "Sahibi’nin Sesi" stüdyosunda
orkestra ile plağa çaldığımız zaman teknisyenler, bunun çok süratlı bir
marş olduğunu ve dolayısıyla plağın ancak yarısını doldurduğunu
söylediler. Bu sebeple plağın aynı yüzüne bir marş daha çalmamızı rica
ettiler. Ben böyle bir teklifi kabul edemezdim. O anda aklıma bir şey
geldi: "Marşı biraz ağır çalalım, böylece plak dolar. Sonra çalınırken
gramafon biraz hızlıya ayarlanır, olur biter" dedim. Bu fikir pek
münasip görüldü ve dediğim gibi yapıldı. Fakat bilahere böyle bir fikir
vermekle hata ettiğimizi anladım. Çünkü marş çalınırken gramafonun
hızlıya ayarlanması icap ettiğini kim bilebilirdi?”

Görüldüğü gibi tam bir alaturka davranışla İstiklal Marşımızın en can alacak noktası; ritmi, ölü doğrulmuştu.

Plak yayıldıktan sonra ağır ritm de hafızalara yerleşti ve besteci ölümüne kadar bu ağır ritmi yürüğe götürmeye uğraştı durdu.

Ayrıca, marşın Türk temlerini ifade etmediği ve hatta “Karmen Silva” isimli bir operetten alındığı da iddia edilmiştir.

Daha sonra marşın değiştirilmesi tezi ortaya atılarak yetkili yetkisiz
türlü şahıslar tarafından türlü fikirler ileri sürülmüşse de
değiştirilmesi fikri tutmamıştır.

Bu konudaki makul olan umumi kanaat; her ne kadar yeniden daha iyisini
yapmak imkansız değilse de eskisinin artık tarih olmuşluğu hakikatı
nazara alınarak, bunun üzerinde gerekli rötuşlarla mevcudu onarmaktır...
chatlak
chatlak
Genel Yetkili
Genel Yetkili

Kadın
Mesaj Sayısı : 1083
Nerden : Kocaeli/Gebze
Lakap : sweeti
Ruh Hali : Buna Gerçekten çok ihtiyacımız var Uykulu10
Rep : 70
Kayıt tarihi : 05/10/08

https://f3do.yoo7.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz