F3do
Lütfen Üye Olunuz...!!!

Join the forum, it's quick and easy

F3do
Lütfen Üye Olunuz...!!!
F3do
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Atatürk ve gerçekleri dindarlığı

Aşağa gitmek

Atatürk ve gerçekleri dindarlığı Empty Atatürk ve gerçekleri dindarlığı

Mesaj tarafından chatlak C.tesi Ekim 18, 2008 3:29 am

ATATÜRK VE DİN

GERÇEK DİNDAR ATATÜRK

“Türk milleti daha dindar olmalıdır... Dinime bizzat gerçeğe
nasıl inanıyorsam, öyle inanıyorum.”
Mustafa Kemal Atatürk

Atatürk'ün din anlayışı ve din konusunda izlediği politika, onyıllardır
bazı çarpık yorumların ve yanlış anlamaların hedefi olmuş bir konudur.
Kendi materyalist felsefelerini Atatürk'e mal ederek meşrulaştırma
çabası içine giren bir kısım din aleyhtarı marksist çevreler, Büyük
Önder'in laiklik ilkesini "din aleyhtarlığı" gibi yorumlamaya
çalışmışlardır ve halen de bu çabayı sürdürmektedirler. Oysa tarihsel
gerçekleri, Atatürk'ün dine bakışını ve uyguladığı din politikasını
incelediğimizde, çok daha farklı bir tablo ile karşılaşırız: Atatürk,
hem son derece samimi bir dindardır, hem de Türk milletini ayakta tutan
değerlerin başında gördüğü dinin toplum tarafından anlaşılması ve doğru
uygulanması için büyük bir çaba göstermiştir.
Atatürk'ün Dindarlığı
Atatürk, Allah'a ve İslam'a inanan samimi bir dindardır. Pek çok
sözünde ve tavrında bunu görebilmek mümkündür. Büyük Önder, birçok
konuşmasında, samimi ve içten bir şekilde Allah'tan, İslam'dan ve
Kuran'dan saygı ve bağlılıkla bahsetmiştir. Hz. Peygamberimizi övmüş ve
Türk milletine, gerçek dine sarılmayı ve daha dindar olmayı tavsiye
etmiştir.

Atatürk, 7 Şubat 1923 tarihinde, Balıkesir'deki Paşa Camii'nde verdiği
hutbede kendisini dinleyenlere İslam'ın yüceliğini şöyle açıklamıştır:

"Ey millet, Allah birdir, şanı büyüktür. Allah'ın selameti, sevgisi
üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri Allah tarafından
insanlara dini gerçekleri duyurmaya memur ve elçi seçilmiştir. Bunun
temel esası, hepimizce bilinmektedir ki, Yüce Kuran'daki anlamı açık
olan ayetlerdir. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz son dindir. En
mükemmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, gerçeğe tamamen uyuyor ve
uygun düşüyor." (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, cilt 2, S.93)

Büyük Önder, 1926 yılında ise Ali Rıza Ünal isimli yakınına, Hz.
Muhammed hakkında şunları söylemiştir: "O Allah'ın birinci ve en büyük
kuludur. Onun izinde bugün milyonlarca insan yürüyor. Herkesin adı
silinir fakat O sonsuza kadar ölümsüzdür." (Prof. Dr. Utkan Kocatürk,
Atatürk'ün Fikir ve Düşünceleri, sf.135)

Benzeri şekilde, Atatürk, Türk milletinin dindar olması ve dini
değerlerini muhafaza etmesi gereğini “Türk milleti daha dindar
olmalıdır, yani bütün sadeliğiyle dindar olmalıdır demek istiyorum.
Dinime bizzat gerçeğe nasıl inanıyorsam, ona da öyle inanıyorum.
Bilince ters, ilerlemeye engel hiçbir şey içermiyor” sözleriyle teşvik
etmiştir. ( Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, cilt 3, S. 30 )

Aşağıdaki sözler de ona aittir:

"Milletimiz, din ve dil gibi kuvvetli iki fazilete sahiptir. Bu
faziletleri hiçbir kuvvet milletimizin kalp ve vicdanından çekip
alamamıştır ve alamaz." (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, cilt 2, sf.
66)

"Büyük bir inkılap yaratan Hazreti Muhammed'e karşı beslenilen sevgi,
ancak onun ortaya koyduğu fikirleri, esasları korumakla tecelli
edebilir." (Şemsettin Günaltay, Ülkü Dergisi, sayı 100, sf.4)

"Camilerin mukaddes minberleri halkın ruhi, ahlaki gıdalarına en
yüksek, en verimli kaynaklardır. Minberlerden halkın anlayabileceği
dille ruh ve beyne hitap edilmekle müslümanların vücudu canlanır, beyni
temizlenir, imanı kuvvetlenir, kalbi cesaret bulur." (Atatürk'ün Söylev
ve Demeçleri, cilt 1, sf. 225)

Atatürk'ün, İslam Dini'ni, Kuran-ı Kerim'i, Hz. Peygamberi ve dini
müesseseleri öven tüm bu sözleri, O'nun dinimize olan içten bağlılığını
gösteren somut ve tartışılmaz belgelerdir. Bu bağlılık, sadece
sözlerinde değil, uygulamalarında da açıkça görülür. Haftanın belli
günlerinde, Sadettin Kaynak, Niyazi Ahmet Banoğlu, Mısırlı İbrahim,
Hafız Yaşar, Hafız Rıza, Hafız Fahri, Hafız Kemal ve Hafız Nubar gibi
döneminin en önde gelen hafızlarını çağırarak Kuran-ı Kerim okutturmuş
ve okunan ayetlerin tefsir ve açıklamalarını yaptırmıştır. Atatürk bu
açıklamaları ilgiyle izlemiş ve zaman zaman kendisi de sorular sorarak
katılmıştır.

Atatürk'ün dindar kişiliğini gösteren sözlerinden en anlamlı olanı ise,
kuşkusuz vefat etmeden önceki son sözleridir. Başbakan kanalıyla tüm
dünyaya açıkladığı ve Türk milletine manevi bir vasiyet niteliği
taşıyan bu son sözlerinde Atatürk şunları söylemiştir:


"Bütün dünyanın müslümanları Allah'ın son peygamberi Hz. Muhammed'in
gösterdiği yolu takip etmeli ve verdiği talimatları tam olarak tatbik
etmeli. Tüm müslümanlar Muhammed'i örnek almalı ve kendisi gibi hareket
etmeli; İslamiyet'in hükümlerini olduğu gibi yerine getirmeli. Zira
ancak bu şekilde insanlar kurtulabilir ve kalkınabilirler. (Nedim
Senbai, Atatürk, A.Ü. Dil, Tarih, Coğrafya Yay., sf. 102, 1979)
Atatürk'ün Dine Hizmetleri
Atatürk'ün kişisel dindarlığı, uyguladığı din politikasında da etkili
olmuştur. Büyük Önder'in Cumhurbaşkanı sıfatıyla Türkiye'yi yönettiği
15 yıllık süreye baktığımızda, dinin doğru anlaşılması ve yaşanması
için ciddi bir çaba gösterdiğini görebiliriz.

Atatürk bu amaçla Diyanet İşleri Başkanlığı'nı oluşturmuştur.
Halihazırda müslümanların dini hizmetini yürüten Diyanet İşleri
Başkanlığı, bugün onbinlerce kişilik kadrosuyla, müslüman Türk
milletine yıllardan beri dinimizin esaslarını öğretmektedir.

Atatürk, Kuran'ın Türk toplumu tarafından anlaşılması ve dolayısıyla
uygulanması için büyük çaba göstermiştir. 1924-1938 yılları arasında,
Kuran tefsiri ve meali olarak 9 büyük eser hazırlanmıştır. Dönemin en
önde gelen din alimlerine hazırlattırılan ve çok titiz çalışmaların
ürünü olan bu eserlerin hepsi, bugün de en muteber kaynaklar arasında
yer almaktadırlar.

Atatürk'ün Türkiye Cumhuriyeti'ne kazandırdığı laiklik ilkesini "din
aleyhtarlığı" gibi yorumlamaya çalışan materyalist grupların büyük bir
çarpıtma yaptıkları ise açıktır. Laikliğe din aleyhtarlığı gibi bir
anlam verilmesi, ancak söz konusu grupların özenip örnek aldıkları
komünist rejimlerde olur. Stalin'in Sovyetler Birliği'nde, Enver
Hoca'nın Arnavutluk'unda ya da Mao'nun Kızıl Çin'inde görülür. Batılı
anlamda laiklik, tüm vatandaşların dini inançlarını ve bunların
gereklerini istedikleri gibi yerine getirebilmeleri özgürlüğüdür. Kaldı
ki Atatürk, söz konusu laiklik anlayışından bir adım daha ileri
giderek, Türkiye Cumhuriyeti'ne "İslam dininin doğru anlaşılması ve
yaşanması için" çaba harcamayı da bir görev olarak yüklemiştir.

Bu çalışmaların, dini ortadan kaldırmak değil, aksine dini inancı
toplumda yaymak ve güçlendirmek, öte yandan din adına yapılacak yanlış
yorumları engellemek amacı güttüğü açıktır. Atatürk'ün "dini kurum"
olarak tanımlanan merkezlerin kapatılması—tekke, türbe ve
zaviyeler—yönündeki girişimlerinin amacı da, bu kurumların dejenere
olmuş ve dini inançlar yerine hurafeleri savunur hale gelmiş
olduklarını görmesidir. Yani bu köhne kurumların tasfiyesi de, yine
dine destek olmak amacıyla yapılmış hareketlerdir.

Unutulmamalıdır ki, bugün ülkemizin binlerce camisinde müslümanlar
ibadetlerini rahatça yerine getirebilmekte, minarelerden ezanlar
okunmakta, milletimizin iradesi Atatürk'ün 1920 yılında dualarla açtığı
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde serbestçe tecelli etmekte ve
bayrağımız özgürce dalgalanmaktadır. Şüphesiz ki, bunların tümü,
Atatürk'ün sayesinde mümkün hale gelmiştir.

Bu hizmetler nedeniyledir ki, Atatürk vefat ettiğinde, dönemin
Hindistan İslam Birliği Başkanı olan ve daha sonra Pakistan Devleti'nin
kuruculuğunu yapan Muhammed Ali Cinnah, üzüntüsünü "O'nunşahsında
yalnız İslam alemi değil, bütün dünya en büyük insanlardan birini
kaybetti" ifadeleriyle dile getirmiştir. (Prof. Dr. İsmet Giritli,
Atatürk, Laiklik ve Din, Rönesans Dergisi, Şubat 1991, sf.20)

Atatürk, İslam’a inanan samimi bir dindar olarak laikliği din ve vicdan özgürlüğünün temeli olarak kabul etmiştir.

Sonuç
Atatürk'ün bize bıraktığı miras, her konuda olduğu gibi, din ve laiklik konusunda da modern Türkiye için yol göstericidir.

Bugün Türkiye'de din ve laiklik adına iki farklı kamp oluştuğu, bu
kamplar arasında ciddi bir gerilim yaşandığı bir gerçektir. Ama bu
yapay gerilim, Atatürk'ün uyguladığı formülle çözümlenebilir. Atatürk,
İslam'a inanan samimi bir dindar olarak, laikliği din ve vicdan
özgürlüğünün temeli olarak kabul etmiştir. "Gericilik" olarak
tanımlanan tehlikenin ise dinin kendisinden değil, dine sokulan
hurafelerden, batıl inanışlardan ve çarpık yorumlardan kaynaklandığını
görmüş ve bunları dinden temizlemek için çaba göstermiştir.

Bize düşen görev, Atatürk'ün de yaptığı gibi, hurafalere ve batıl
inanışlara karşı gerçek İslam'ı savunarak ve öğreterek mücadele etmek,
öte yandan da Atatürk'ün mirasını "din aleyhtarlığı" gibi göstermek
isteyen materyalist/marksist odaklara karşı tavır almaktır. 75. zafer
yılına ulaşmış olan Cumhuriyetimizi nice 75 yıllara taşıyacak olan
formül budur.


ATATÜRK DİYOR Kİ:

"DİNSİZ MİLLETLERİN DEV***** İMKAN YOKTUR"

Atatürk'ün "dinsiz milletlerin dev***** imkan yoktur" sözüyle, İslam'ın
Türk Milleti'nin bekası için taşıdığı önemi vurguladığı, bilinen bir
gerçektir. Tarihsel ve toplumsal gerçeklere baktığımızda, bu sözün çok
doğru olduğunu açıkça görürüz.
Bir milletin fertlerini birbirine kenetleyen en güçlü bağ dindir.
Tarih, ne kadar zor şartlar altında olursa olsun dini ve milli
değerlerine sahip çıkan milletlerin her zaman ayakta durabildiğine dair
sayısız örnekle doludur. Diğer taraftan dini bağları zayıf, hatta
dinsiz toplumlar tarih sahnesinde çok kısa süreler boyunca yer
alabilmişler ve zaman içinde asimile olup gitmişlerdir.

Peki bunun sebepleri nedir?

1) Din, bir ahlak sistemi ve yaşayış biçimidir. İnsanlara doğruyu ve
yanlışı açık olarak öğrettiğinden dolayı, dini değerlere sahip biri,
iyiyle kötüyü birbirinden ayırmasını bilir. Dinin varolmadığı bir
ortamda ise yardımlaşma, dürüstlük, hoşgörü, adalet, fedakarlık gibi
değerlerin hiçbirinden söz etmek mümkün olmaz. Din yoksa, ahlak da
yoktur; dürüstlük, fazilet, adalet de yoktur. Bu, kuşkusuz toplumun
çürümesi ve yokolması anl***** gelir.

2) İnsanı insan yapan ahlaki değerler geçerliliğini yitirdiği ve
yokolduğu taktirde, toplumun her kesimi ve her ferdi bundan nasibini
alır. Her birey sadece kendisini umursayan ve diğer hiç kimseyi
önemsemeyen birer ayrı "parça" haline gelir. Tümüyle dini bir kurum
olan aile ve yine kaynağı din olan evlilik müessesesi ortadan kalkar.

3) Bu çark bir kere işlemeye başladığı taktirde, devletin oturmuş
düzenini ve milletin yerleşmiş dokusunu da akıl almayacak şekilde
tahrip eder. Çünkü devlete bağlılık, vatan sevgisi gibi üstün vasıflar
yine dini inançların sonucunda gelişmiş özelliklerdir. Dini olmayan,
dolayısıyla vicdani duyguları gelişmemiş bir insanın milletini,
bayrağını sevmesi, devletine hizmet şuuru içinde çalışması, karşılık
beklemeden gece gündüz vatanı için nöbet beklemesi elbette düşünülemez.


4) Dine inancın ortadan kalkışının bir başka tehlikeli yönü, insanların
yavaş yavaş psikolojik sorunlara mağlub olmaya başlamasıdır. Suç
oranlarındaki artış, içki ve uyuşturucuya yöneliş, fuhuş patlaması,
huzursuzluk ve çatışma ortamı toplumun psikolojik açıdan yıprandığının
en somut alametleridir. Sosyal adaletsizlik ve ekonomik sıkıntılarla
beslenen bu gerilim, kısa süre içinde adeta toplumsal bir cinnete
dönüşür ve bunun sonucunda da toplum parçalanır.

5) Dini değerlerin, marksizm, anarşizm gibi bölücü ve terörist
ideolojilere karşı en sağlam engeli teşkil ettiği tarih boyunca birçok
tecrübeyle kanıtlanmıştır. Dini değerlerin ortadan kalkması halinde,
kökeni marksist ideolojiye dayanan anarşi ve terörün hortlaması, terör
örgütlerinin güçlenerek taraftar toplaması ve milli birliğimizi tehdit
etmesi kaçınılmaz olacaktır.

Örneğin Türkiye'yi ele alacak olursak, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki
dindar vatandaşlarımız, komünizmin dine büyük bir düşmanlık beslediğini
bilmekte, komünizmden ve dolayısıyla bölücü komünist örgütlenmelerden
uzak durmaktadırlar. Nitekim, bunun bilinciyle devletimiz de bu
bölgede, halkın dindar olmasını ve dini değerlerini muhafaza etmesini
teşvik etmektedir.

Tüm bunlara ve Atatürk'ün belirttiği "dinsiz milletlerin dev***** imkan
yoktur" sosyolojik gerçeğinin tarihteki somut delillerine dayanarak
söyleyebiliriz ki, Türkiye'nin bekası için dini kimliğimizin korunması
ve güçlendirilmesi hayati öneme sahiptir.

Büyük Önder Atatürk'ün tespit ettiği bu gerçek, geleceğimizin de
şekillenmesinde büyük rol oynayacaktır. 2000'li yılları modern, çağdaş
ve refah düzeyi yüksek bir Türkiye olarak karşılamak isteyenler, bunun
ancak dini kimliğimizin korunması ile gerçekleşebileceğini
bilmelidirler.
chatlak
chatlak
Genel Yetkili
Genel Yetkili

Kadın
Mesaj Sayısı : 1083
Nerden : Kocaeli/Gebze
Lakap : sweeti
Ruh Hali : Atatürk ve gerçekleri dindarlığı Uykulu10
Rep : 70
Kayıt tarihi : 05/10/08

https://f3do.yoo7.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz