F3do
Lütfen Üye Olunuz...!!!

Join the forum, it's quick and easy

F3do
Lütfen Üye Olunuz...!!!
F3do
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Kadılık

Aşağa gitmek

Kadılık Empty Kadılık

Mesaj tarafından sezo Ptsi Ekim 13, 2008 8:28 am

Osmanlilar, kendilerinden önceki Islâm devletlerinin geleneklerine
uyarak kadi tayininde çok titiz davrandilar. Zira Islâmî anlayisa göre
adaletle hükmetmek bu dinin en önemli prensiplerinden biridir. Bu
bakimdan Osmanlilar, herhangi bir kimseyi degil, her yönü ile taninmis
ve güvenilir kimseleri bu makama getiriyorlardi. Kurulus döneminden
itibaren Islâm dünyasinin maruf aileleri bir taraftan Anadolu'ya
gelirken bir taraftan da açilan medreseler kaza tarikini ihtiyar
edecekleri (kadiligi seçecek olanlari) yetistiriyordu. Hatta
baslangiçta kaza isinin Islâm an'anesine uygun olarak camilerde
görülmesi için Bursa'daki Yesil Câmi ile Yildirim câmileri dâva
görülebilecek bir sekilde yaptirilmislardi. Nitekim Bursa'daki Yesil
Câmi gözden geçirilecek olursa, biraz yüksek olan minberle mihrab arasi
namaza, fiskiyenin bulundugu ve nisbeten alçak olan yer dâvacilara, iki
tarafindaki odalar da dâvalari görecek olan kadi ve kadiaskerlere
tahsis edilmisti.

Osmanlilarda kadi nasbi ilk defa Osman Gazi
tarafindan, kayinpederi Seyh Edebali'nin damadi ve talebesi olan Dursun
Fakih ile baslar. Devletin istiklâl ve hükümranligina bir isaret olan
ilk hutbeyi okuyan kimse de ayni zatti.

Osmanli devlet
teskilâtinda, kadi'nin adlî görevi yaninda idarî, ilmî ve hatta askerî
görevi de vardir. Çünkü Osmanli sehir idaresinde beledî ve mülkî idare
fonksiyonlari birbirinden kesin çizgilerle ayrilmamistir. Kadi, sehrin
yargi mercii oldugu kadar, asayisin âmiri, vakiflarin denetçisi, beledî
hizmet ve zâbita görevlerinin de âmiridir. Bütün bu vazifeleri yerine
getirmesinde kendisine yardim eden bazi yardimcilari vardir. Böylece
kadi'nin yükü hafifletilmis olur. Mesela kadi'nin yaninda Subasi,
Böcekbasi, Çöplük Subasisi Mimarbasi gibi Yeniçeri ocagina bagli zâbit
ve görevliler, genel güvenlik, temizlik ve imar düzeninin saglanmasina
kadar çesitli alanlardaki zâbita hizmetlerini yerine getiriyrolardi.
Keza çarsi ve pazarin kontrolü, narhin tesbiti, dinî emirlerin yerine
getirilip getirilmediginin gözetilmesi, kötülüklerin islenip
islenmediginin kontrolü, (emr bi'l-ma'rûf ve nehy ani'l-münker), bazi
günlük vergilerin (yevmiye-i dekâkin gibi) toplanmasinda da kadi'nin en
büyük yardimcisi "Ihtisâb Agasi" (Muhtesib)dir.

Osmanli
toplumunda önemli bir yeri bulunan kadilar, biri Anadolu, digeri de
Rumeli olmak üzere iki kadiaskerlige bagliydilar. Bunlar, bagli
bulundugu kadiaskerligin icray-i faaliyet eyledigi sinirlar dahilinde
adalet tevzi edip hizmet görürlerdi.

Osmanli ülkesinde kadi
olabilmek için medresinin yüksek derecelerinden mezun olmak
gerekiyordu. Bunun aksini düsünmek mümkün degildi. Tahsilsiz sadrazam
olunabilirdi ama en küçük bir kazaya kadi olunamazdi. Vazifelerinin
önemi, halk ile olan münasebetleri ve adalete gölge düsürmemek için
kadilar, bazi isleri yapamazlardi. Ticaret yapmak, borç alip vermek,
hediye kabul etmek, umumî ziyafetlerde bulunmak. Zira böyle isler
onlarin hüküm vermesinde ileride herhangi bir süpheye sebep olabilir.
Bu bakimdan onlar her türlü hareketlerden kaçinmak zorunda idiler.

Osmanli
kadisi sancak ve kazalara tayin edilirdi. Hiyerarside sancak kadilari
daha üstün idiler. Kadi ilk olarak kazaya tayin edilerek yevmiye 20
akça ile vazifeye baslardi. Rumeli kaza kadiliklari dokuz, Anadolu on,
Misir ise alti sinifa ayrilmisti. Bir kadi terfihen son basamaga
geldiginde yevmiyesi 150 akçaya yükselmis olup "esref-i kudat" adiyla
anilan zümreden sayilirdi. Kaza kadilarinin görev süresi bir yerde 20
ay, Mevleviyetlerde de bir seneyi geçemezdi. Bu müddeti dolduran kadi,
mazul sayilarak yerine sirada olan bir baskasi atanirdi. Müddetini
dolduran mazul kadi, Istanbul'a gelerek her Çarsamba günü kadiasker
dairesine devam edip sira beklerdi. Bu bekleyise "zaman-i infisal"i
denilip, sonraki tayinine de "zaman-i ittisâl"i adi verilir. Kadilarin
bu kadar kisa bir zamanda yer degistirmesi, muhtemelen terfi
imkanlarinin tikanmamasi ve halk ile adalete süphe düsürecek kadar
ileri gidebilecek bir yakinlik peydah etmemeleri içindir. Bundan baska,
devamli olarak adlî problemlerle karsi karsiya kalan ve bu yüzden "ulûm
ve fünûn" ile istigalden uzak kaldiklari düsünülerek, vazifedeki
müddetleri belli dönemlere baglanmis, böylece onlara Istanbul'da
yeniden bilgilerini tazeleme imkâni verilmis oluyordu.

Kaza
kadiligindan yükselen kadi, sancak kadisi olur ve mevleviyet pâyesi
alirdi. Mevleviyetler, kadilarin aldiklari yevmiye nazari itibara
alinarak 300 ve 500 akçalik olmak üzere iki kisma ayrilir.
Mevleviyetlerde kadilik müddeti bir senedir.

XVIII. yüzyildan
itibaren mevleviyetler bes kategoriye ayrilmisti. Bunlar: Devriye,
Mahrec, Bilâd-i Hamse, Haremeyn ve Istanbul Kadiligi idi.

1.
Devriye Mevleviyeti: Bu mevleviyet, kategorinin en alt derecesidir.
Maras, Anteb, Bosna, Sofya, Belgrad, Bagdad bu yerlerden bir kaçidir.

2. Mahrec Mevleviyeti: Kudüs, Haleb, Tirhala, Galata ve Izmir gibi yerlerdir ki sayilari onbir kadardir.

3.
Bilad-i Hamse: XVIII. asirda bu sinifta yer alan mevleviyetler
sunlardi: Edirne, Bursa, Sam, Misir ve Filibe, Bu bes kadiligin
dereceleri esit idi. Bu mevkiye yükselenlerden herhangi birisi sirasi
gelince Haremeyn Mollasi (Kadi) olur veya pâyesini alirdi.

4.
Haremeyn Mevleviyeti: XVIII. yüzyilin ikinci yarisindan itibaren Mekke
kadiligina ilâveten Medine-i Münevvere de bu kadiliga baglanarak
Haremeyn mevleviyeti adi ile Istanbul kadiligindan sonra en yüksek
dereceyi isgal eyledi.

5. Istanbul Kadiligi: Mevleviyetler
içinde en yüksek kademe Istanbul kadiligi idi. Bundan sonra normal
olarak sira Anadolu Kadiaskerligine gelirdi.
sezo
sezo
Profesyonel
Profesyonel

Erkek
Mesaj Sayısı : 1980
Nerden : KOCAELİ
İş/Hobiler : ithalat -ihracat (sporcu )
Lakap : sezo
Ruh Hali : Kadılık Seytan10
Rep : 1199
Kayıt tarihi : 23/02/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Kadılık Empty Geri: Kadılık

Mesaj tarafından sezo Ptsi Ekim 13, 2008 8:28 am

Osmanli devlet
teskilâtinda hâkim sifatiyla davalari sonuçlandirip karara baglayan
kadidir. Kadi hükmü olmadan hiç kimse ceza tertip ve infazinda
bulunamaz. Bu, Osmanli adlî sisteminin temel prensiplerinden biridir.
Bununla beraber, mahkemede degil de, yerinde hallolunmasi zarurî olan
veya tahkikat ve kesif gibi isleri gerektiren hallerde kadi, her zaman
mahkemeden ayrilamayacagi için, kendi adina bu isleri görmekle
vazifelendirilen bir yardimci kullanir. Gerek bu sekilde kullanilan
yardimci, gerekse bizzat kadi tarafindan kendi kazasina gönderilip onun
adina hükmeden ve onun gibi bütün yetkileri haiz olan kimseye "Naib"
denir. Kadilarin tayin olduklari kazanin büyük veya küçüklügüne göre
nâiblerin sayisinda da farklilik olurdu.Genellikle kadilar, kendi
kazalari dahilindeki nahiyeleri, nâib ismiyle tayin ettikleri bir ser'î
memura iltizama verirlerdi. O memur da bulundugu nahiyede kaza kadisi
adina nahiyenin ser'î muamelelerine bakardi. Nâib olacaklarin da
mutlaka yüksek tahsil görmüs, halk arasinda ahlâk ve fazileti ile
taninmis kimseler olmalari gerekirdi. Zira o da kadi'nin sahip oldugu
bütün hak ve yetkilere sahip olan bir kimse olarak hüküm vermekteydi.
Bu sebeple, kadi nâiblerinin de dürüst, ahlâkli bilgili ve faziletli
kimseler arasindan seçilmesi icab eder. Bütün bu söylediklerimizi
bünyesinde toplayan ve bir sureti Anadolu Kadiaskerine de gönderilen
Evahir-i Muharrem 1173 (21-30 Eylül 1759) tarihini tasiyan asagida
metnini verecegimiz hüküm, gerek kadilarda gerekse nâiblerde bulunmasi
icab eden sifatlari ortaya koymakla kalmamakta, ayni zamanda sirf
menfaat temin etmek gayesiyle, bazi kadilarin basvurdugu gayr-i hukukî
yollara da isaret etmektedir. Benzeri birçok vesika arasindan rastgele
alinan bu belge, büyük bir ehemmiyet arzetmektedir. Hukuk bilmeyen bazi
kimselerin naib olarak tayin edilmelerinin, ser'î hukuk esaslarina göre
idare edilen devlet ve halk için ne kadar zararli olduklarini da yine
bu belgeden ögreniyoruz. Bu konuda hem daha fazla bilgi vermesi, hem de
orijinalitesi bakimindan vesikanin metnini aynen buraya almayi faydali
bulmaktayiz.

"Rumeli Kadiaskeri edâmellahu fezailehuya hüküm ki:
Ümenay-i din-i mübin ve hademe-i ser'-i Seyyidi'l-mürselin olan kudata
taklid-i kaza veyahut te'yid-i maiset cihetiyle müstahakkine kaza
tevcih ve itâ olundukta binnefs kendileri gidüp hükümet-i kazayi icrâ
ve özürleri oldukta icray-i ahkâm-i ser'iyyeye kadir munassak ve
müteserrî' kimesneleri yerlerine nâib nasb ve tayin edüp bu vechle
ahval-i kudat muntazam ve mazbut ve nizam-i bilâd ve ibâd rabit-i
ahkâm-i ser'iyye ile mustahkem ve merbut iken kazaya mutasarrif ve naib
olanlar ziyade celb-i menfaat ve tahsil-i rahat içün binnefs kendileri
memur olduklari mahalle gitmediklerinden gayri niyâbet ve hükümetleri
ahkâm-i ser'iyye icrasina kadir kimesnelere siparis etmeyüp nâdân ve
cahil ve ilm-i sakdan âri ve mütegafil olanlara ve belki hilye-i fadl
ve irfandan âtil âyan ve serdarlara ziyade mesahire ile tefviz
eylemeleri anlar dahi kazalarina varup kazalarinda meydana gelen
olaylari yanlis ve rüsvet ile çesitli hüccet verdikleri. Bundan böyle
benzer olaylarin olmamasi için dikkat etmeleri..." Görüldügü gibi bu
hüküm, ülkede gayr-i kanunî olaylara vesile olacak durumlarin ortadan
kaldirilmasi için dogrudan kadilarla ilgisi bulunan Rumeli
Kadiaskerinin dikkatini çekmekte ve kendisinden böyle olaylara meydan
vermemesi istenmektedir.

Osmanli toplumunda kadi, yegane
sahsiyet olarak özelligini korurken, hükümlerine disaridan herhangi bir
sekilde müdahale ve tesir edilmesi söz konusu degildir. Zira görevi,
onun baskasinin tesiri altinda kalmasina müsaade etmez. Eger böyle bir
durum (tesir altinda kalma) söz konusu ise veya istenmeyen bir olaya
karismis ise o zaman vazifesinden azledilerek çesitli cezalara
çarptirilirdi. Islâm ve Osmanli adlî teskilâtinin ne denli iyi
oldugunu, adalet müessesesinin devrine göre mükemmel isleyip herhangi
bir tesir altinda kalmadigini açik bir sekilde anlatmasi bakimindan,
yabanci bir müellifin bu konudaki sözlerini buraya almak suretiyle bu
teskilâtin nasil bir anlayisa sahip oldugunu ve hangi temellere
dayandigini göstermek istiyoruz.

"Islâm, adaleti ibâdetten üstün
tutmustur. Kadiyi azletmek selahiyeti yalniz hükümdara mahsustur.
Kadiyi, kendi namina halka adalet tevzi etmek üzere padisah tayin eder.
Bir kadi'nin sahsî hayatinda bir leke varsa, faziletli degilse, içki
içiyorsa hiç bir kuvvet onu yerinde muhafaza edemez. Kadi'nin bilgili
olmasi sarttir. Imam Safiî, cahil kadi'nin hükmünü geçersiz saymistir.
Kadi, her sartta vakar ile hareket etmeye mecburdur. Siddet hareketinde
bulunamaz, tehdid edici söz söyleyemez, sert tavir takinamaz, hatta
konusurken sesini yükseltemez. Bir kadi, yalniz padisahi degil, hüküm
vererek Peygamberi de temsil ettigini asla unutamaz." Gerçekten Osmanli
kadisi hükümlerinde tamamen serbest ve vicdanina göre hareket ederdi.
Padisah bile onlarin tarafsizligina gölge düsürecek bir davranista
bulunamazdi. Hergün cemaatla namaza devam edemiyen Yildirim Bayezid'in,
bir davada sahitligini kabul etmeyen Bursa kadisi Molla Fenarî, Allah
hukukuna riayet edemiyen kimsenin, kul hakkinin gözetilmesi gereken
yerlerde de dikkatsiz davranabilecegini düsünmesi onun böyle bir
harekette bulunmasina sebep olmustur.

Daha önce bir kismindan
bahsettigimiz yardimcilardan baska, mahkeme kâtipleri de tabii olarak
mahkeme bakimindan kadi'nin yardimcilaridir. Fakat bunlar disinda,
Osmanli adlî teskilâti için bilmemiz ve üzerinde ehemmiyetle durmamiz
gereken bir husus daha vardir ki, o da mahkeme esnasinda kadilarin
yaninda bulunan bir jürinin mevcudiyetidir. Bütün ser'iyye sicillerinde
(mahkeme kararlari) bol bol örneklerini gördügümüz ve adlî
teskilâtimizin iftihar vesikalarindan olan bu jürinin mahiyetini
Mustafa Akdag'in kendi ifadesi ile buraya aliyoruz.

"Bir defa,
mahkemelerin mutlak surette alenî cereyan etmekte olmasina ehemmiyetle
isaret etmeliyiz. Kadilarin, dâvalara bakmak üzere yaptiklari
oturumlarda, yanlarinda "Suhudu'l-hal" yahut "Udûdu'l-müslimîn" veya
"Suhûdu'l-udûl" tabirleri ile dâvalarda bir bilirkisi heyeti halinde
mevcudiyetlerine zabit metinlerinde itina ile isaret olunan ve ayrica
sicile geçen kararlarin altinda adlari yazili bulunan bes, alti ve
bazan daha fazla sayida sahitler heyeti vardir ki bunlar, mahkemeye bir
jüri mahiyeti vermektedir. Filhakika bunlar katiyyen görgü sahitleri
olmayip, tamamiyle muhakeme tarzinin müsahidleridirler. Tabii, kadi'nin
dâva ile ilgili taraflardan herhangi birisini tutmadigi, müdafaalarini
serbestçe yapmalarina tam bir imkân verdigi itiraf veya inkârlarinda
tazyik vesair yollarla tesir etmeyip, tamamiyle tarafsiz bir hakim
olarak hareket ettigi hususunda en iyi vesikanin, adi geçen müsahidler
oldugu görülüyor. Kararlarin yazilis sekli de bu esasa dayanmaktadir.
Çünkü kadi'nin taraf tutmasi veya herhangi bir maksatla dâvaya müessir
olmak suretiyle adaletin tecellisine mani oldugu hallerde, herkesin,
her dâvada bassehre giderek dâvasini divanda gördürmesi mümkün
olmadigindan dolayi, bu müsahidler heyetinin mevcudiyeti, mahkemede
hakkin yerini bulmasi için çok mühim bir hadise olarak kabul
olunmalidir. Bundan baska kadi, dâvaya baktigi esnada, onun bu
müsahidlerle müsaverede bulundugunu da biliyoruz. Ser'î kanunlar
yaninda örf ve âdetin ehemmiyetle gözde tutulmasi lazim gelen
mahkemelerde kararlarini verirken birçok defa örf ve âdete
vukufsuzluklari yüzünden yanilmalari mümkün olan kadilarin bu sekilde
hareketleri elbette yerinde idi. Osmanli rejimi devri mahkemeleri bir
gelenek halinde isleyip durmustur. Yalniz bahsettigimiz bu müsahidlerin
seçilisi, gelisi güzel olmayip, kasabadaki ileri gelen sahsiyetlerin
tercih olundugunu unutmamalidir. Böylece meshur müderrisler, âyan ve
esraftan olanlar buraya dahil oluyorlardi. Suhûdu'l-hal denen yahut
bizim bilirkisi heyeti diyebilecegimiz bu adi geçen müsahidler heyetini
teskil eden kimseler her mahkemede ayni kadro ile bulunmayip, bazan
birkaç kisi degistigi gibi, sayilarini da tayin etmek mümkün degildir.
Çünkü belli basli sekiz on kisinin isimleri kayit olduktan sonra "...
ve gayrihim" sözünün ilavesi, diger bir kisimlarinin isimlerini
kaydetmekten vazgeçildigini ifade etmektedir.

"Kadiya
hükümlerinin ser'a uygun olmasi bakimindan yol gösteren diger bir
müsavir de kazanin müftüsüydü. Kendisi mahkemede bizzat bulunmayan
müftü, taraflardan, ser'-i serife göre, dâvasinda hakli oldugu kimseye
bir fetva verir, o da bunu mahkemeye ibraz ederek hükmün kendi lehinde
olmasini taleb ederdi. Mamafih dogrudan dogruya kadi'nin kendisi de
müftüye fetva için müracaat etmekteydi. Herhalde kadi tereddüd ettigi
hallerde bu yola gidiyordu. Mahkeme kararlarinda kadi'nin daima fetvaya
uydugu görülüyorsa da, müftünün fetvasindaki hukuki mesnedi yerinde
bulmadigi hallerde, kadi'nin nasil hareket ettigine dair misallerimiz
yoktur. Öyle saniyoruz ki, mutlaka fetvaya uymak lazim geldigine göre,
kadi veya fetva geregince dâvayi kaybeden taraf, bu fetvayi hükümsüz
birakmak için, daha selâhiyetli birinden, ihtimal en saglami
Seyhülislâm'dan yeni bir fetva almak mecburiyetinde bulunuyordu. Su
halde görüyoruz ki herhangi bir tesir ile veya vukufsuzlugu yüzünden
kadi, hükmünün adalete aykiri olmamasi için, müftü ve adi geçen
müsahidler heyeti bir nevi ilk kademe temyiz vazifesini görüyorlardi.
Kaza dairesini teskil eden topraklarda çikan vak'alarin ve kaza
halkinin bütün muhakemeleri yalniz o kaza mahkemesinde görülür, baska
bir kazaya dava naklolunmazdi. Yalniz bassehre gidip davasini Divan'da
gördürmek herkes için daima mümkün bulunmaktaydi.

Osmanli
toplumunda vezirler, valiler vs. gibi devlet ileri gelenleri her ne
suretle olursa olsun hukuki islere müdahalede bulunmazlardi. Kadilar,
bu hususta serbest ve sadece vicdanlarina göre hareket ederlerdi. Hiç
kimse onlarin tarafsizligini bozma cesaretini gösteremezdi.

Ihdasindan
itibaren kadiaskerlere, daha sonra bir kismi mesihat makamina baglanan
kadilik müessesesi, 1839'dan itibaren çesitli degisiklikler geçirdi.
Nihayet Cumhuriyetin ilani üzerine ünvani ile birlikte eski teskilati
ile birlikte bu müessesese de tarihe mal oldu.

NAKIBÜ'L-ESRAFLIK

Osmanli
Devleti'nin bir yönü ile idarî diger yönü ile ilmî teskilâtina bagli
bulunan müesseselerden biri de Nakîbü'l-esrafliktir. Bu devlette,
ilmiye sinifi mensuplarina taninan imtiyazin, baska hiç bir devlette
taninmadigina daha önc etemas edilmistimisti. Ilmiye sinifina
gösterilen bu saygi ve hürmetten daha fazlasi, Hz. Peygamber'in
soyundan gelenlere gösteriliyordu. Filhakika onlara gösterilen bu
saygi, sadece Osmanlil hükümdarlari, degil, Islâm dünyasinin her devir
ve ülkesinde vardi. Bunun içindir ki, Osmanlilar, Misir'in fethini
müteakip Yavuz Sultan Selim zamaninda "Hadîmü'l-Haremeyni's-Serifeyn"
ünvanini almalarina ve bu tarihten sonra Mekke ve Medine (Hicaz) ile
siki bir iliskide bulunmalarina ragmen daha Yildirim Bayezid
(1389-1402) zamaninda Nakibü'l-esraf tâyin etmislerdir.

Vazifesi,
nesl-i pâk-i necib (Hz. Peygamber'in nesli)ten gelmis bulunan seyyid ve
serif lerin islerine bakmak, neseplerini kayd ve zapt etmek, dogum ve
ölümlerini deftere geçirmek, onlari adi bir sanata girmekten ve fena
hallerde bulunmaktan alikoymak, haklarini korumak, sülaleden olan
kadinlarin küfvü olmayanlarla evlenmelerine mani olmak gibi hususlari
ihtiva eden nakibü'l-esrafin bizzat kendisi de Hz. Peygamberin soyundan
gelenlerden tayin edilirdi.
sezo
sezo
Profesyonel
Profesyonel

Erkek
Mesaj Sayısı : 1980
Nerden : KOCAELİ
İş/Hobiler : ithalat -ihracat (sporcu )
Lakap : sezo
Ruh Hali : Kadılık Seytan10
Rep : 1199
Kayıt tarihi : 23/02/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Kadılık Empty Geri: Kadılık

Mesaj tarafından sezo Ptsi Ekim 13, 2008 8:29 am

Biraz önce de belirtildigi gibi,
hemen hemen her Müslüman ülkede varligi bilinen Nakîbu'l-esraflik
teskilâtinin gördügü hizmetler de asagi-yukari aynidir. Nitekim
Misir'da Nakibü'l-esraf, Hz. Ali'nin zevceleri olan Fatimatü'z-Zehra
evladindan olanlara nezaret ederdi. Onlarin neseblerini tahkik ve
teftis eder, aralarindaki anlasmazliklari çözüp karara baglar ve onlari
gayr-i ahlâkî hallerden men ederdi. Fatimîler zamaninda bu makama
"Nikabetü't-talibîn" denirdi. Hz. Peygamber'in neslinden gelenlerin
Türkiye Selçuklulari zamaninda da mevcud olduklarini vesikalarla
belgeleyen Osman Turan, onlarin yeryüzüne dagilma sebeblerine temasla:

"Vesikada,
Sadreddin Yusuf'un asaleti, nesebinin sihhati ve dindarligi
kaydedilerek Selçuk Türkiyesinin seyyidleri reisligine tayin edildigi,
eskiden oldugu gibi onun, evladi ve torunlari için (maiset temini için
daimî gelir) tecdid edilip ona bagislandigini, seyyidlerin ahvalini
zapt etmesi, nesebi sahih olan seyyidlere rivayet..." Emevî ve Abbasî
devirlerinde vuku bulan hilafet mücadeleleri dolayisiyla bir çok
tazyiklere ugrayan Hz. Peygamber evladi (seyyid ve serifler) Islâm
dünyasinin her tarafina dagilmisti. Bunlar, çok itibar görür ve
devletler kendilerine tahsisat baglardi." der.Islâm âleminde,
seyyid ve seriflere gösterilen bu ragbetten dolayi bir çok kimse bunu
istismar edip kendisinin seyyid oldugunu (müteseyyid) iddia eder oldu.
Her yer ve zamanda görülmesi mümkün olan bu tip iddialarin önünü
alabilmek ve gerçek seyyid ile müteseyyidleri birbirinden ayirmak isine
çok önem veriliyordu. Bunun için de yeni dogan her seyyidin neseb
defterinin tutulmasi, isminin kaydedilmesi ve anne ile babasinin da
belirtilmesi gerekiyordu. Osmanli Devleti'nde bu is biraz daha siki
kontrol ediliyordu. Bunlar (seyyid ve serif), deftere kayd edildikleri
gibi ellerine de "temessük" adi verilen tanitici bir kimlik belgesi
veriliyordu. Nitekim, H. 976 senesi Receb'inin baslarinda (1568 Aralik
sonu) Defterdar Ahmed Çelebi'ye gönderilen bir hükme göre:

"Haci
Mansur ve Bayram adindaki sahislar seyyid olduklarini iddia
etmektedirler. Bunun üzerine adi geçenler nakibü'l-esraf önünde sahih
seyyid olduklarini isbat ederlerse deftere kayd ettirilmeleri ve
ellerine temessüklerinin verilmesi emr edilmektedir.

Böyle bir
teftiste seyyid olduklarini isbat edemiyenlerin de baslarina sardiklari
yesil sariklarinin alinmasi gerekmektedir. Zira yesil sarik sarmak,
seyyidligin en önde gelen isareti idi. Nitekim H. 984 senesi Sevval
ayinin sonlarinda (1577 Ocak basi) Bursa kadisina gönderilen bir
hükümde gerçekten seyyid olmayanlarin Nakibü'l-esraf'in gönderecegi
adamlari vasitasiyla teftis edilmeleri, siyadetini isbat edemeyenlerin
baslarinda bulunan yesil sariklarinin alinmasi gerektigi
bildirilmektedir.

Osmanli Devleti'nin kurulusundan kisa bir
müddet sonra burada da gördügümüz bu müessesenin kurulusu hakkinda
Rif'at Efendi Davhatü'n-Nukaba adli eserinde sunlari söyler:

"Yildirim
zamanina kadar seyyidler için bir nakib ve zabita tayin edilmemisti.
Ancak daha önceleri ve onun devrinde bir çok âlim ve fâzil kimse
Osmanli ülkesine geliyorlardi. Yildirim zamaninda Buhara'dan kalkip
gelen Seyyid Ali Neta' ki "cedd-i âlâlari" Seyyid Muhammed, Bagdad'da
esraftandi. Padisah bu durumu anlayinca onu tâife-i aliyye-i sâdâta
zâbit ve nâzir tayinle "kendileri için Ebû Ishak zaviyesini bina
eyleyerek tevliyetini ahfadina sart kilmisti. Timur vak'asinda Molla
Fenari ve Seyh Muhammed Cezerî ile birlikte hapsedilmisti. Hapisten
kurtulduktan sonra Hacc farizasini eda etmek üzere Mekke'ye gitti.
Dönüste vefat eyledi. Yerine oglu Seyyid Zeynelabidin geçti. Onun da
vefati ile bu makam uzun bir müddet bos kaldi. Ancak Ikinci Bâyezid
(Bâyezid-i veli) devrinde H. 900 (1494/95) tarihlerinde "Emirî"
mahlasli Kirimli Seyyid Mahmud Efendi Arap ve Acem seyahatini bitirip
Osmanli ülkesine gelmisti. Âyan ve cumhurun ittifaki ile seyyidlere
nâzir tâyin edildi. Araplarda bu vazifeyi alana "nakibü'l-esraf"
dendigi için adi geçen zatin mensuru dahi bu ünvanla tayin edilerek ilk
olarak bu zat hakkinda nakibü'l-esraf tabiri kullanildi. Önceleri günde
25 akça vazife ile maas aliyordu. Daha sonra bu maasi yevmiye 70 akçaya
çikti.

Mevzumuza isik tutacagi için Ali Emirî (öl. 1924)'nin nakibü'l-esraflikla ilgili verdigi malumata temas etmeden geçemiyecegiz:

"Selâtin-i
Osmaniyye'nin sâdât-i kiram hazeratina fevkalâde hürmet-i mahsuslari
oldugundan bu silsile-i mübarekeye bazi müteseyyidler karismamak ve bir
seyyid-i sahihu'n-neseb bir memlekete seyahat ederse hakkinda hürmet
olunmak ve sayet gittigi sehirde temekkün ve tavattun buyurursa ismi
zabt ve kayd olunmak üzere hicretin sekiz yüz tarihinde selâtin-i
Osmaniyye'nin dördüncüsü olan Yildirim Bayezid tarafindan o vakit
payitaht olan Bursa'da Nakibü'l-esraf ünvaniyle sâdâttan olmak üzere
memur-i mahsus tâyin buyrulmus ve Fâtih Istanbul'u zapt ettikten sonra
da bu hususa itina buyurduklari gibi mahdumlari sultan Bâyezid-i sani
zamaninda umum vilayet ve liva merkezlerine vesair icabeden mahallere
de Nakibü'l-esraf vekili ünvaniyle memurlar nasb ve tayin buyrularak
sâdatin silsilelerinin muhafazasina itina edilmis ve el'an devam
edilmekte bulunmustur. Zaten o misillû sâdât-i kiramdan olanlarin
ellerinde secereleri bulunmak tabii ise de secereleri ziyaa ugrar
veyahut secere tutmamis bulunanlar olursa ya Dersaadette
Nakibü'l-esrafa veyahut Nakibü'l-esraf vekillerine müracaatla
siyadetini irae ve isbat edebilirler."

Nakibü'l-Esraf, Osmanli
devlet tesrifatinda (protokol) diger bütün devlet erkânina takaddum
ederdi. Nitekim padisah cüluslarinda yeni sultani ilk tebrik eden
Nakibü'l-esraftir. Tesrifat-i Kadimede bu hususta söyle denilmektedir:

"Sevketlü
kerametlü efendimiz hazretleri müsahede ve taht-i aliye cülûs
buyurduklarinda alkis olunup ibtida Nakibü'l-esraf efendi gelüp
dâmenbus ve kiyam ve alkis olunup duaya surû' eyledigi gibi çavusbasi
aga ile kapucular kethudasi aga temenna edüp kubbe-i hümayuna
seyhülislâm efendi hazretleri ile kaimakam hazretleri kaldirmaya azimet
ve müsarünileyhima dahi yerlerinden hareket ve süratlice reftar ile
gelinceye dek Nakibü'l-esraf efendi dahi duaya hitam virüp kad-i
hamidey-i tâzim eyledikten sonra avdet etmeyüp taht-i hümayunun sag
tarafinda sevketlü efendimizin nazargahlarinda durdular."

Sultan Ikinci Abdülhamid zamaninda, Nakibü'l-esraflarin oturmalarina mahsus Yildiz civarinda bir konak tahsis edilmisti.

1908
senesine kadar 1000 kurus maas alan Nakibü'l-esrafin ayligi daha sonra
5000 kurusa kadar çikarilmistir. Önceleri kalabalik bir kalem heyeti
bulunan bu makamin bilahare 1000 kurus aylikli bir kâtible iktifa
ettigi görülmektedir.

Osmanli devlet ve toplum hayatinda büyük
bir yeri bulunan Nakibü'l-esraflik müessesesi, adi geçen devletle
birlikte tarihe mal olmustur.

IMAMLIK

Insanlari dogru
yola iletmek ve dolayisiyla onlara dünya ve ahiret saadetini tattirmak
için, zaman zaman peygamber adi verilen elçilerini gönderen Allah,
insanlara bu elçileri vasitasiyla emirlerini bildirmistir. Bu emirler
Allah tarafindan gönderilen Kitap veya Sahifeler'de yazili idi.
Peygamberlerin vefatindan sonra da emirlerine uyulmasi ve bunlarin
tatbiki için bazi kimselere bu sahada çalisma imkân ve kolayligi
verilmistir. Çesitli dinlere göre farkli isimler alan bu zümre genel
olarak "Din adami" sinifi diye isimlendirilebilir.

Ilk emrinde
okumayi emreden, ilmi herkese farz kilan ve ilimle mesgul olmayi ibadet
sayan Islâm Dini, kendinden önceki dinlerde oldugu gibi, belli
çizgilerle diger insanlardan ayrilan veya Allah ile insanlar arasinda
aracilik yapan bir "din adami sinifi"na tarih boyunca yer vermemistir.
Bu durum Islâm'la öbür dinler arasindaki belli basli farklardan birini
teskil eder. Zira bir müslüman istedigi her yer ve zamanda Allah'a
yalvarir, tevbe ve ibadet edebilir. Hiç kimse onun bu istegini
engelleyemez. Ama öbür dinlerde meselâ hristiyanlikta oldugu gibi bir
kimsenin günahlarinin bagislanmasini istemesi ancak bir papaz vasitasi
ile mümkündür. Arada bir rahip olmayinca Hristiyanin tevbe ve
bagislanma istegi Allah'a ulasmaz. Daha açik bir ifade ile
Hristiyanlikta din adami Allah ile insanlar arasinda bir nevi aracilik
yapar. Iste bu sebeple Islâmdaki din adamligi anlayisi ile baska
dinlerdeki din adamligi anlayisi arasinda önemli farklar vardir. Burada
bu farklardan sadece bir tanesine temas ettik. Konu ile ilgili böyle
kisa bir giristen sonra artik Islâmdaki din adami, dogru bir ifade ile
din görevliligi sayilan imamlik müessesesine geçebiliriz.

Kur'an-i
Kerim'in yedi yerinde müfred (tekil), bes yerinde de cemî' (çogul)
olarak geçen imam kelimesinin âyetlerin isigi altindaki lügat mânasi:
"Nümune, isaret, misal ve rehber"dir. Ilmî istilah olarak ta çok
degisik mânalar ifade eden bu kelimenin bütün bu yönlerini simdilik bir
kenara birakip sadece namazda müslümanlarin kendisine uydugu kimse
(imâmet-i sugrâ) mâna ve medlûlüne temas edecegiz.

Günümüzde
vazifesi mihrab ile minber arasina sikismis bulunan imamin yetki ve
selahiyetleri baslangiçta bu kadar kisitli degildi. O, sosyal hayatin
en önemli unsurlarindan biri oldugu için daha genis yetkilere sahipti.
Osmanli sehrinin toplum hayatinda özellikle mahallenin her seyi ondan
sorulur, onun haberi olmadan mahalleye yabanci bir kimse giremezdi.
Ölüm ve dogumlarin kayitlarini o tutardi. Mahallenin genel ahlâkindan
bir dereceye kadar o sorumlu idi. Nitekim Osmanli cemiyetinde mahalle
imami kadi'nin vazife ve temsilciligini yapardi. Mekâna göre bir görev
taksimi yapildiginda kadi-nâib-imam hiyerarsisi görülmektedir.
Memleketimizde 1245 (1829) senesinde muhtarlik teskilati kurulana kadar
mahallelerin mülkî ve beledî âmiri yani yöneticisi olan imamlar, ayni
zamanda kadi'nin bir nevi temsilciligini de yapiyorlardi. Vazifeye
tayinleri bizzat padisah berati ile olan imamlarin bu durumunu ortaya
koyan pek çok vasika vardir. 2 Receb 972 (3 Subat 1564) tarihini
tasiyan ve Edirne Kadi'sina yazilmis bulunan bir emre göre imam ve
hatiblerin vazifelerine dair çikan beratlarini alti aya kadar almalari
gerekmektedir. Aksi takdirde vazife yapamiyacaklari belirtilmektedir.

Osmanli
Devleti'nde mahalle halkinin beledî, idarî ve dinî yöneticisi olan
imamin vazifesi sadece sivil hayatta degil, askeriyede de vardi. Bu
sebeple biz, onun askeriyedeki durumuna kisaca temas edecek daha sonra
sivil toplumdaki yetkilerine temas edecegiz. Onun, askeriyede de önemli
bir mevkii vardi. Osmanli Teskilât ve Kiyafet-i Askeriyesi adli
eserinde Mahmud Sevket aynen söyle der: "Imam, basinda yesil çuhadan
müdevveru's-sekl kalafat üzerine beyaz sarik sarip arkasina dar kollu
kirmizi cübbe ve bunun altina sivâî entari ve bacagina dökme salvar
iktisâ eder. Ve ayagina mavi mest ve pabuç giyer ve Mushaf-i Serif
vaz'ina mahsus olan cüz kesesini boynuna asar idi.
sezo
sezo
Profesyonel
Profesyonel

Erkek
Mesaj Sayısı : 1980
Nerden : KOCAELİ
İş/Hobiler : ithalat -ihracat (sporcu )
Lakap : sezo
Ruh Hali : Kadılık Seytan10
Rep : 1199
Kayıt tarihi : 23/02/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Kadılık Empty Geri: Kadılık

Mesaj tarafından sezo Ptsi Ekim 13, 2008 8:29 am

Yeniçeri
ocagina mahsus olmak üzere "ImamGi Hazret-i Aga" ünvanini haiz bir imam
bulundugu gibi kapikulu sünûf-i askeriyesi ortalarindan her birinde
dahi efrad-i askeriyeye talim-i serâit-i dîniyye etmek ve edây-i salât
ile talkin, gasl ve tekfin vezâifi dahi ifa eylemek üzere bir imam
mevcut idi.

Kitâat-i askeriyenin büyük zâbitâni meyaninda
vacibu'r-riâye olanlardan birinin ismine nisbetle yâdedilmesi orduy-u
hümâyunca kadîmen mutâd oldugu cihetle yeniçeri ortalarindan 84. cemaat
ortasina imâm-i Hazret-i Aga namina nisbetle "Imam" denirdi.

Imam-i
Hazreti Aga hakkinda Uzunçarsili (Osmanli Devleti Teskilâ-tindan
kapikulu Ocaklari, I, 232-233)'da söyle der: "Ocak imami resmî
zamanlarda ve ordu alaylarinda basina yayabasi keçesi giymeyerek
ulemâya mahsus örf giyer. Fakat Kadiasker ve Istanbul Kadisi gibi
saçakli çuha abayi degil seraser abayi giyerdi. Bes vakit namazda aga
kapisindaki yeniçeri agasina imamlik eder ve aga sefere gitmeyince bu
da sefere gitmezdi.

Aga imami azlolunamazdi. Kendi arzusuyla
devecilik isterse yani deveciler ortasina yayabasi olmasini arzu ederse
o makam ayrilmasina müsaade edilirdi. Imam, yeniçeri agasinin yakini
oldugundan ortasinin efradi fazla idi. 1035 (1625) tarihindeki ulûfe
defterinin 28. imam ortasi mevcudu 327 ve 1074 (1663) senesindeki
defterde ise 94. imam ortasi mevcudu 261 kisi idi.

Yeniçeri
tesrifat defterinde (XVI. asir) Ocak imami basçavus ve Haseki agalar
arasinda görülmektedir. Her ayda bir defa yeniçeri agasinin, alayla
veziriazama gidip ziyaret ettigi vakit, Ocak imami da beraber gider ve
el öptükten sonra diger bazi agalar gibi disari çikmayarak Yeniçeri
Agasi ile beraber sadriazamin odasinda otururdu. Bayram merasiminde de
imam, ayni tesrifata tabi idi."

Halkin, daha dogrusu mahallenin
idarî ve beledî âmiri olan imamlarin bu durumu, kendilerini bazi
mükellefiyetlerden kurtarmaktadir. Nitekim bu yüzden devlet, imam ve
hatiplik vazifelerinde kaldiklari müddetçe bunlardan vergi almamaktadir.

Osmanlilarda,
mahalle yöneticisi olan imamlar, günümüzde oldugu gibi namaz kildirip
köselerine çekilmiyorlardi. Onlar, mahallenin gören gözü ve isiten
kulagi idiler. Kahvede vaaz eder, çocuklara ders verir, cemaata yol
gösterir, hasta ve fakirlerle ilgilenirlerdi. Bununla beraber onlar,
yalniz dinî bir kilavuz, ögrencilere ders okutan birer ögretmen, kahve
ve minberlerde cemaata yol gösteren birer akil hocalari degillerdi.
Onlar, mahallelerinin düzeninden, halk arasindaki ahenk ve baristan
sorumlu birer yönetici idiler. Mahalleleri onlar yönetirdi. Nitekim,
kötülükleri zahir olanlar, içki içenler ve namaz kilmayanlarin
mahallelere sokulmamasi gibi bazi görevler bizzat imamlardan
istenmektedir. Onlara bu vazifelerini bildiren emirler verilmektedir.
Evahir-i Muharrem 1130 (Aralik 1717) tarihin, tasiyan asagidaki su emir
bunlardan sadece bir tanesidir:

"Âsitâne Kaymakamina ve Istanbul
Kadisina ve Sekbânbasiya ve Hassa Bostancibasiya hüküm ki: Mahruse-i
Istanbul'da bazi mahallatta fevahis taifesi tavattun ve âdet-i
mazmumeleri üzre bazi erâzil ve müdmini - hamr (içki içenler) olan
eskiya ile ihtilat ve irtikâb-i fisk-u fücur ve bâsie-i fitne ve fesâd
olduklari mesami-i aliyye-i mülûkâneme ilka olunub emr bi'l-ma'ruf ve
nehy ani'l-münkerin mev'ize-i kerime muktezasinca uhde-i cenab-i
hilafetmeâ-bimi vâcib ve zimmet-i mehin vârid-i töhmet-i cihanyanima
lâzim vârid olmagla sen ki vezir-i müsarün ileyh ve siz ki mûmâ
ileyhimsiz insaallahu taala is bu emr-i serif-i vacibü'l-imtisalim
vüsuluna mahruse-i Istanbul ve tevabii mahallati imamlarina
mahallelerine fevahis sakin olmamak üzere ve ahalisi dahi evkat-i
hamsede (bes vakit) cemaat ile eday-i salât-i mefruza içün hazir olup
ve içlerinden târik-i salât (namazi terk edenler) ve sürb-i hamr vesair
menahiyi mürtekib olanlar, mahallelerinden ihraç olmak üzre ma'rifet-i
ser'le muhkem tenbih ve te'kid ve mehakime üzerlerine ta'zir-i ser'î
iktiza eder cürmü sâbit olanlarin dahi müstahak olduklari cezalari
töhmetleri tasrihi ile sen ki vezir-i müsarün ileyhsin huzuruna i'lam
ve ser'an müstahak olduklari cezalari, sâire mucib-i ibret içün
(baskalarina ibret olmak üzere) alenen tertib ve bitevfikillahi taala
menhiyyat ve münkerati men ve ref'ine ve ibadullahin zill-i ma'delet-i
mülûkânemde emn ve it'minanlerine ziyade takayyüd ve ihtimam eyleyüp
tesamüh ve tekâsülün gayetü'l-gaye ihtiraz ve ictinab eylemeniz bâbinda
ferman-i âlisanim sâdir olmustur."

Bu fermana göre mahalle
imamlari kendi mahallelerinden sorumlu tutulmaktadirlar. Belgenin
metnini verdigimiz için burada daha genis bir açiklamaya girmek
istemiyoruz. Bundan baska Haslar kadisina Selh-i Safer 975 (5 Eylül
1567) tarihinde yazilan bir hükümde de Eyyüp ve civarindaki
mahallelerde bulunan fisk ve fücur ehlinin mahallelerden çikarilmasi,
kahve vs. oyun yerleri ile fuhsiyatla istigal eden kadinlarin
bulunduklari yerlerin kapatilmasi için de yine imamlardan yardim
istenmektedir. Bu emirlere uymayanlarin hapsedilmesi isinde de kadiya
yardim etmek üzere mahalle imamlari ile kethüdalarin görevlendirildigi
adi geçen belgeden anlasilmaktadir.

Osmanli döneminde mahalle
imamlarinin birçok görevi bulunmaktadir. Mahalle teskilâtinin basinda
bulunan imamlar, mahallelerinde inzibati saglamak için siki tedbirler
almak zorunda idiler. Bu inzibat ve güvenlik sebebiyle özellikle
Istanbul halki birbirine kefil ettirilirdi. Kefilsiz olanlar
mahallelerde barinamadiklari gibi, Istanbul'da bes yildan az oturanlar
da geldikleri memleketlerine geri gönderilirlerdi. Mahallede kefilsiz
oturanlar ile bes seneden az kalanlarin arastirilip ortaya çikarilmasi
tamamiyla imamlara ait bir görevidir.

Mahalle halki tarafindan
biriktirilip imama teslim edilen ve "avariz akçasi" denilen bir nevi
yardimlasma sandigi vardi ki, burada biriktirilen para ile mahalledeki
hasta ve fakirlere yardim edilirdi. Imamlar, bu parayi çalistirmak
suretiyle fakirlere yardim ettikleri gibi, câmi ve mescidin ufak tefek
ihtiyaçlarini da görürlerdi. Son senelere kadar devam eden bu faaliyet
sayesinde memleket fukarasina önemli derecede yardim yapiliyor, az da
olsa onlarin sikintilari giderilmeye çalisiliyordu. Ancak Kavalali
Mehmet Ali Pasa ile çikan harpte bu para, devlet tarafindan alinarak
askerin masraflarina harcandi.

Çesitli belge ve kroniklerin
bildirdiklerine göre mahalle aralarindaki sokaklarin süpürülüp
temizlenmesinden mahalle halki; çarsi ile pazarlardaki sokaklarin
temizliginden de esnaf sorumlu tutulurdu. Nöbetlese ve bazan da imece
suretiyle halka bu hizmeti gördürmek mahallede imam, çarsi ve
pazarlarda da esnaf kâhyalari tarafindan yerine getirilirdi.

Imamlarin
bu görevleri o kadar önemli ve devamli bir hal almisti ki, sehir
merkezinde kadilik müessesesi büyük bir sarsintiya ugrayip fonksiyonunu
yitirdigi halde, o müessesenin alt kademedeki temsilcisi olan mahalle
imamlarinin durumu o kadar sarsilmamistir. Bununla beraber, memlekette
bu derece önemli hizmetler ifa etmis olan imamlarin yetkileri zamanla
daraltilmistir. Bu durum Tanzimat (1839)'a takaddum eden senelere kadar
uzanmaktadir. Tanzimat'a dogru mahalle yöneticisi statüsündeki
imamlarin, din isleri disinda yönetim ve diger dünya isleri ile mesgul
olmalarini önlemek için, danismalari gereken ve halk tarafindan seçilen
birkaç muhtar verilmistir. Böylece 1829'da baslayan bu muhtar seçme
isi, asirlarca mahalle islerinin yönetimini üstlenen imamlarin bu
vazifelerine son vermeye baslamistir. Türkiye'de Cumhuriyet'in
kurulmasi ile de imamlarin vazifesi sadece camiye hasredilmistir.

Gazete,
radyo, televizyon vs. gibi nesir araçlarinin bulunmadigi bir dönemde
devlet her türlü emir ve yasaklarini imam ile câmi vasitasiyle halka
bildiriyordu. Bu sayede devlet,memleketin her yerine ayni zamanda
(yatsi namazi vakti) istedigi emri ulastirabiliyordu. Çünkü mahallede,
ergenlik çagina gelmis bulunan bütün erkeklerin yatsi namazi vaktinde
camide toplanacaklarini bilirdi. Bildirilmesi istenen bir emrin
mevcudiyeti halinde imam, günün son ibadeti olan yatsi namazini
müteakip: "Ey cemaat dagilmayiniz, hükümetin emri vardir, simdi
söyleyecegim" der ve kendisine verilen emri ilan ederdi.

Günümüzdeki
vazife, yetki ve selâhiyetini çok iyi bildigimiz imamlik, asirlarca
Isâm âleminde önemli rol oynamis mühim bir memuriyetti.

Önemli
bir memuriyet oldugundan, resmen tayin edilmemis olnalarla köy veya
mahalle halki tarafindan gayri resmî olarak bu vazifeye getirilenlere
"imam" ismi bile verilmemektedir. Vesikalarda "namazci" adi verilen
böyle kimselerin durumunu belirten uzunca bir vesikayi buraya almak
istiyoruz. Böylece hem imamlarin hem de toplumun dinî ve sosyal hayati
hakkinda bilgi vermis olacagiz.

"Mafharü'l-kudat ve'l-hukkâm
ma''denü'l-fadli ve'l-kelâm Mevlâna Vize kadisi zîde fadluhû tevki'i
refi-i hümayunum vasil olicak malum ola ki haliya taht-i kazanda vaki'
olan Abdi köy demekle ma'ruf karye halki ve kaza-i mezburun sair
ahalisi evkat-i salatta tekâsül ve eday-i feraiz ve vacibatta tesahül
gösterüp ve ekser mesacid haraba müsrif olup tamir ve termim olunmayup
ve bazi eimme Kur'an-i Azim-i sihhat üzre kiraatina kâdir ve erkân-i
salata âlim olmayup ve bazi dahi ser'an imameti münafi bazi ef'al ve
akval ve evsaf ile maruf ve mevsuf iken imamet eyledikleri pâye-i
serir-i a'laya arz olunmagin buyurdum ki hükm-i serif-i lazimü'l-itbaim
vardukta bizzat mübaseret idüp bu hususu ayan-i vilayetten bî garaz
müslümanlar mahzarinda ser'le teftis ve tetebbu' edüp göresiz. Vaki ise
târik-i salat olanlari tenbih ve tehdid edüp evkat-i hamsede eday-i
salat (namazi terk edenleri) ittüresiz. Temerrüd ve inad idenlerin
ser'le haklarindan gelesiz ve harap olan mesacidi dahi mütevellilerine
telif idüp mahsul-i evkaflari ile tamir ve termim ittüresiz. Ve vakfi
olmayup sehirde vaki' olan mesacidi ehl-i mahallesine ve kurada olani
ehl-i karyesine tamir ve termim ittürüp muhtac-i arz nesne vaki olursa
yazup bildiresiz. Ve eimmeden (imamlardan) sol ki Kur'an-i Azim'in
sihhat üzre kiraatina kadir veya erkân-i salâta âlim olmayup yahud
ser'an imameti münafi bazi ef'al ve akval ve evsaf ile maruf ve mevsuf
oldugu tamam zâhir ve malum olivereni mehma emken Kur'an-i Azimin
sihhat üzre kiratina kadir ve müberra imamete elyak... kimesnelere
tevcih idüp Asitane-i saadet penahiden arz idesiz. Amma hakk-i sahiha
tabi olup garaz ve taassubtan ve bu bahane ile kimesnenin bî-gayri
vech-i ser'i irzina ve malina halel gelmekten ve bi'l-cümle emr-i
serifime muhalif is olmaktan be-gayet hazer ve ihtiyat idesiz. Ve bunun
gibi husus oldukça vilayet kadilari taht-i kazalarinda "namazci" deyü
bir kimesne tayin iderlermis reayaya teaddi olur imis. Imdi namazci
tayin olunmaga emrim yoktur. Bu husus içün namazci deyü kimesne tayin
etmeyüp ferman-i serifim muktezasinca emr olunan nesneleri kendin
bizzat görüp... Receb 953.
sezo
sezo
Profesyonel
Profesyonel

Erkek
Mesaj Sayısı : 1980
Nerden : KOCAELİ
İş/Hobiler : ithalat -ihracat (sporcu )
Lakap : sezo
Ruh Hali : Kadılık Seytan10
Rep : 1199
Kayıt tarihi : 23/02/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön


 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz