F3do
Lütfen Üye Olunuz...!!!

Join the forum, it's quick and easy

F3do
Lütfen Üye Olunuz...!!!
F3do
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Birinci Dünya Savaşı ve Millî Mücadele

Aşağa gitmek

Birinci Dünya Savaşı ve Millî Mücadele Empty Birinci Dünya Savaşı ve Millî Mücadele

Mesaj tarafından chatlak Çarş. Ekim 29, 2008 11:27 pm

İtalyan ve özellikle Balkan savaşları, Osmanlı Devleti'nin içinde
bulunduğu siyasî ve askerî yöndeki çaresizliği, bütün dehşetiyle ortaya
koydu. Siyasî yönden yalnızlığa itilmiş olmak, büyük bir tehlike
olarak, hemen Balkan savaşları akabinde tekrar ortaya çıkartılan
"Ermeni meselesi", dolayısıyla "reformu" ile belirdi. Bu, artık sıranın
Anadolu'nun parçalanmasına gelmesi demekti. Rusya'nın tazyiki, İngiliz
ve Fransızların da iştirakleriyle, Ayastefanos'un 16. maddesine tekrar
işlerlik kazandırıldı. Ermenilerle meskûn olan altı vilâyetin
(Vilâyât-ı sitte) iki gruba ayrılması (birinci grup: Erzurum, Trabzon,
Sivas; ikinci grup: Van, Bitlis, Harput, Diyarbekir), başlarına iki
yabancı umumî müfettiş tayini ve bunlara valiler dahil bütün memurların
tayin ve azil haklarının tanınması; Kürt Hamidiye Alaylarının ilgası,
Ermenice'nin, Kürtçe ve Türkçe ile yan yana kullanılması, dolayısıyla
bu vilayetlerde Türk ve Kürtlerden oluşan Müslüman çoğunluğa kıyasla
genelde, küçük bir nüfus oluşturan Ermenilere eşit oranda ve
uluslararası garantide üstün haklar verilmesi, bölgenin denetiminin
elden çıkması demekti. Bu durum, Rusya ile yapılan ikili antlaşma
("Muamele", 8 Şubat 1914) gereği devletlerarası hukukta geçerlilik
kazanan bir devlet belgesi halinde tanzim edildi. Böylece "Ermeni
reformu" nihayet başarıya ulaşmış, uzun zaman sürüncemede bırakılan
Ayastefanos ve dolayısıyla Berlin antlaşmalarının konuyla ilgili
hükümleri, hayata intikal ile tahakkuk etmiştir. Ermeni reformunun
tatbik safhasında, Cihan Savaşı (Birinci Dünya Savaşı) patladı. 1914
senesi içinde Almanya'ya yanaşılması ve Almanya yanında savaşa gözü
kapalı olarak girilmesinde, Ermeni meselesinin katettiği bu hayatî
gelişmenin önemli bir âmil (etken) olduğu kesindir. İngiltere ve
Fransa'ya yapılan yakınlaşma ve acil istikraz (borçlanma)
teşebbüslerinden ümit kesilmesi ve devam eden siyasî yöndeki yalnızlık,
"Şark'a doğru yayılma" politikasında menfaat istikameti bulunan
Almanya'ya yaklaşılmasından başka bir tercihe yer bırakmamaktaydı.
Mağlup ordu, Doksanüç Bozgunu sonrasında olduğu gibi, yine Alman askerî
heyetleri ile düzenlenmek istendi. General Liman von Sanders
başkanlığında gelen (14 Aralık 1913) ve sayıları kısa zamanda -Golç
Paşa'nın da iştirakiyle- artacak olan Alman askerî heyeti, göreve
başladı. Von Sanders'in İstanbul'da bulunan Birinci Ordu'nun
kumandanlığına getirilmesine Rusya karşı çıktığı gibi, diğer iki büyük
devlet de hoşnutsuzluklarını açıkça ifade ettiler. Bu baskılar sonucu
Von Sanders görevinden alınarak, "genel müfettiş" sıfatıyla ordu
tensikatına memur edildi ve donanmanın ıslahı için bir İngiliz,
jandarma teşkilatının düzenlenmesi için de bir Fransız generalinin
hizmete alınması, ortaya çıkan krizi yatıştırdıysa da, siyasî havayı
yumuşatamadı. Bir müddetin sonra genel harbin çıkması (Almanya'nın
Rusya'ya savaş ilanı, 1 Ağustos 1914), İttihat ve Terakkî diktasının
Almanya saplantısını gözler önüne serdi. Devletin geleceğinin
Almanya'nın zaferiyle sağlanabileceğini, İtilaf devletlerinin
galibiyetinin ise, artık yalnızca, İmparatorluğun elinde kalan Arap
topraklarının kaybıyla değil, Anadolu'nun da paylaşılmasıyla
neticeleneceğini gören İttihat ve Terakkî liderleri, bir müddet
tarafsız kalıp gelişmeleri izleyerek en uygun seçimi yapma yerine,
Alman harp gücü ve propagandasının etkisiyle kısa zamanda
gerçekleşeceğine inandıkları Alman zaferine geç kalmamak için, savaşa
katılmakta acele ettiler. Bu anlamda, kendileriyle aynı fikri
paylaşmayan veya biraz daha bekleme ve aklıselim tavsiye edenlere de
söz hakkı tanımadılar.

Devleti savaşa götüren yolun ilk safhası, Almanya ile akdolunan bir
ittifak antlaşması ile gerçekleşti. Almanya'nın Rusya'ya savaş
ilanından bir gün sonra, 2 Ağustos 1914'te imzalanan antlaşmanın
müzakerelerine 26 Temmuz'da başlanmış bulunuyordu. Antlaşma, sadrazam
ve Hariciye Nazırı Said Halim Paşa, Harbiye Nazırı Enver Paşa, Dahiliye
Nazırı Talat ve Meclis Reisi Halil beyler tarafından hazırlandı. Bu
gelişme, o sıralarda böyle bir ittifaka taraftar görünmeyen Cemal
Paşa'dan gizli tutulduğu gibi, diğer vekillerin ve bizzat padişahın da
bundan haberi olmadı. Yapılan antlaşmanın 2. maddesi, Almanya ile Rusya
arasında savaş çıkacak olursa bu savaşa Osmanlı Devleti'nin de
katılmasını öngörmekteydi. Oysa bu iki devlet arasında öngörülmekte
olan savaş hali, bir gün önce zaten tahakkuk etmiş bulunuyordu. 3.
madde, böyle bir gelişme halinde, Osmanlı kuvvetlerini Alman askerî
heyetinin emir ve komutası altına sokmaktaydı. Antlaşmada, savaşın
zaferle sona erdirilmesi durumunda Osmanlı Devleti'nin elde edeceği
müşahhas menfaatlerin neler olacağı hususu, sükût ile
geçiştirilmekteydi. Akdeniz'de dolaşan Göben ve Breslau adlı iki Alman
gemisinin, İngilizlerin takibinden kaçmak bahanesiyle, Çanakkale
Boğazı'na yönelmeleri ve bunlara geçiş izni verilmesi (11 Ağustos
1914), devletin savaşa fiilen itilmesinde önemli bir gelişme oldu.
Gemilerin kabulüyle oluşan kriz, bunların kâğıt üzerinde satın
alınmaları ve isimlerinin değiştirilmesiyle geçiştirilmek istendiyse
de, Alman subay kadroları ve mürettebatının aynen muhafaza edilmekte
olması, müttefikleri teskin etmedi.

Bâbıâli'nin genel harp durumundan istifade ile attığı diğer önemli bir
adım, kapitülasyonların kaldırılmasını ilan oldu (1 Ekim'den geçerli
olmak kaydıyla, 9 Eylül 1914). İlgili devletler, şartlar gereği, durumu
kabullenmek mecburiyetinde kaldılarsa da, en şiddetli tepkinin
"müttefik" Almanya'dan gelmesi hayretle gözlendiği halde, bir uyarı
olarak telakki edilmedi.

Genel savaşın Alman-Fransız cephesinde, Alman ileri harekâtının
durdurulmasına karşılık, Rus cephesinde serî ve parlak zaferlerle devam
etmekte olması, İttihatçılara büyük ümitler vermekte ve hayaller
kurdurtmaktaydı. Yenilen ve ihtilal karışıklıkları içinde dağılma
belirtileri gösteren Rusya'nın elindeki Türk illerini, panturanist bir
siyaset takibiyle bir araya getirme, çökmekte olan imparatorluğun, yeni
bir coğrafyada devam ve ihyası olarak görülmeye başlandı. "Yavuz" ve
"Midilli"nin de dahil oldukları Osmanlı filosunun, Alman amirali
kumandasında Karadeniz'e açılması ve Enver-Talat-Cemal üçlüsü ve Alman
genelkurmayının düzenledikleri bir planla, Rus limanlarına ani bir
saldırı tertipleyip topa tutmaları (29 Ekim 1914), Osmanlı Devleti'nin
bir oldubittiyle savaşa sokulmasıyla sonuçlandı. Padişah ve sadrazam
dahil olmak üzere hükümetin de bilgisi dışında cereyan eden bu olay,
şaşkınlığa sebep oldu. Müttefiklerse, Osmanlı Devleti'ne savaş ilanıyla
karşılık verdiler (Rusya 3 Kasım, İngiltere ve Fransa 5 Kasım). 11
Kasım'da mukabil savaş ilanında bulunan Osmanlı Devleti, 14 Kasım'da
"cihâd-ı ekber" ilan ederek, bütün Müslümanları din savaşına davet
etti. Ancak, müttefiklerin idaresi altındaki milyonlarca Müslüman'ın,
direnişe geçip ayaklanacakları büyük olaylar tahakkuk etmediği gibi,
imparatorluk dahilinde yaşayan Arap ahalinin bile dinî hissiyatı,
İngilizler tarafından, önceden, daha kuvvetli bir şekilde siyasî ve
maddî kutuplara celbedilmiş olduğundan, hiçbir etkisi görülmedi.
Bilakis, bunlarla ve müstemleke Müslümanlarından derlenen askerlerle
savaşılmak mecburiyeti hasıl oldu. İngiltere, Arapları isyana teşvik ve
istiklal arzularını tahrik ederken, denetimi altında tuttuğu Mısır'ın
da, Osmanlı Devleti ile mevcut hukukî bağlılığına bir son vererek,
burasını İngiliz hakimiyetinde bir "krallık" haline getirdi (18 Aralık
1914).

Cihan Harbi'nde Osmanlı Orduları; Rus, Irak, Filistin-Suriye,
Sînâ-Mısır, Arabistan, Çanakkale ve Galiçya gibi cephelerde savaşmak
zorunda kaldı. Kuvvetlerini, genelde Almanların görüşleri, onların harp
hedefleri ve cephe sıkışıklıklarını gidermek doğrultusunda kullandı.
Sırf Alman cephesini rahatlatmak uğruna ve gerekli hazırlıklar
yapılmaksızın Rus cephesi açıldı ve Enver Paşa kumandasında, teçhizatı
noksan kuvvetlerin, Sarıkamış felâketinde 90 000 askerin feda
edilmesiyle sona erdi (Kasım-Aralık 1914). İngiliz cephesini oluşturan
Mısır üzerine, Cemal Paşa'nın kumandasında yapılan Süveyş Kanalı
harekâtı (27 Temmuz 1916'da Albay von Kres komutasında yapılan ikinci
Kanal harekâtı gibi), aynı anlamda, millî harp hedeflerine hizmet
etmeyen bir macera, gereksiz can kayıpları ile dolu bir fiyasko olarak
kaldı (Ocak-Şubat 1915). Aynı tarihte müttefikler, Çanakkale Boğazı'nı
donanma harekâtıyla yarıp İstanbul'u ele geçirerek Osmanlı Devleti'ni
saf dışı etmek ve acil yardım bekleyen Rusya'nın imdadına yetişmek
üzere harekete geçtiler (Ocak 1915). Muazzam donanmanın, deniz yolunu
açamaması ve hezimeti üzerine (18 Mart 1915), savaş, kara harplerine
dönüştü ve yüzbinlerce askerin boğazlaşması biçiminde, çok kanlı bir
şekilde cereyan etti. Müttefikler, büyük fedakârlıklar ve
kahramanlıklar sayesinde burada da ağır mağlûbiyete uğratıldılar. (Bkz.
Çanakkale Zaferi) Rus cephesinde Sarıkamış felâketiyle oluşan zâfiyetin
daha büyük boyutlarda yol açtığı, bölgedeki Ermeni nüfusa karşı mevcut
olmayan güven meselesi, müttefiklerin Çanakkale Boğazı'na yaptıkları
büyük saldırı esnasında, bütün vehameti ile ortaya çıktı. Bölge
Ermenilerinin daha 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı arefelerinde tesbit
edilen, düşmanla işbirliğini önlemek ve düşmana karşı bölge güvenliği
açısından zorunlu bir tedbir olarak, daha iç bölgelere nakledilmesi
hususu tekrar gündeme geldi (27 Mayıs 1915). Rus işgaline uğramaya
başlayan bölgelerde, Ermeni ahalinin, Rus-Ermeni karışımı kuvvetlerle
sürdürdükleri katliâm, bölgede oturan Müslüman ahali ile bir "sivil
savaş" haline dönüştü. Müslüman ve Ermeniler arasında cereyan eden bu
mücadelenin, zayi olan ve günümüze kadar propaganda malzemesi olarak
kullanılagelen mübalağalı Ermeni nüfusundan çok daha fazla oranda bir
Müslüman nüfusun katline ve kaybına yol açtığı ise dikkatlerden özenle
kaçırılır ve sözü edilmez.

Hicaz ve Necid emîrlerinin İngilizlerin yanında yer almaları ve isyan
ederek silahlı eylemler girişmeleri, Hicaz ve Mekke'nin kaybına yol
açtı (1916). Yalnız, Medine, Fahri Paşa tarafından, harp sonuna (Ocak
1919) kadar, İngiliz ve Araplara karşı savunuldu. Irak ve Suriye
cephelerinde, Alman birliklerinin de gönderilmesiyle takviye edilmiş
olarak Yıldırım Orduları Grubu teşkil edildi (Mayıs 1917). Ancak, Irak,
Suriye ve Filistin bölgelerindeki kayıpların telâfi edilemeyeceği ve
çöküntünün önlenemeyeceği anlaşıldığından, Sadrazam Said Halim Paşa'nın
istifası kabul edilerek yerine Talat Paşa geçti (3 Şubat 1917). 1917
senesi, genel savaşın gidişatını etkileyen iki önemli gelişmeye sahne
oldu: Rusya'da komünist ihtilali patladı ve Amerika Birleşik
Devletleri, bilfiil müttefiklerin yanında savaşa iştirak etti
(Almanya'ya savaş ilanı, 6 Nisan 1917). Rus ihtilali, bu ülkenin
cephelerdeki perişanlığını daha da arttırdı ve Rusya'da Çarlık
idaresine bir son verdi. Komünistlerin barışa hazır olmaları üzerine
yapılan Brest-Litovsk Antlaşması'yla (3 Mart 1918) Rus Savaşı, resmen
sona erdi. Ancak, Doğu Anadolu cephesinde, yapılan barış gereği iadesi
gereken, "Doksanüç bozgunu" kaybı olan Batum-Ardahan-Kars (elviye-i
selâse) gibi yerlerin ele geçirilmesi söz konusu olduğundan, Ermeni
ağırlıklı saldırılarla mücadeleye devam edildi ve nihayet bu yerler ele
geçirildi. Kafkaslar'da Ermenistan, Gürcistan ve Âzerbaycan adlı üç
cumhuriyet oluştu. Ancak buralar, kısa bir müddet sonra, Komünist
idarenin eline düştü ve Sovyet Çarlığı'na bağlandı.
chatlak
chatlak
Genel Yetkili
Genel Yetkili

Kadın
Mesaj Sayısı : 1083
Nerden : Kocaeli/Gebze
Lakap : sweeti
Ruh Hali : Birinci Dünya Savaşı ve Millî Mücadele Uykulu10
Rep : 70
Kayıt tarihi : 05/10/08

https://f3do.yoo7.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Birinci Dünya Savaşı ve Millî Mücadele Empty Geri: Birinci Dünya Savaşı ve Millî Mücadele

Mesaj tarafından chatlak Çarş. Ekim 29, 2008 11:27 pm

Mütareke ve Barış: Batış Yılları

Sultan Reşad'ın ölümü üzerine (3 Temmuz 1918) son Osmanlı padişahı
olacak VI. Mehmed Vahideddin (1918-1922), felâketli bir dönemde tahta
çıktı. Artık İstanbul semalarında düşman uçakları uçabilmekte ve şehre
bombalarını atabilmekteydi. Filistin-Suriye ve Irak cepheleri çökmüş,
Bağdat (11 Mart 1917), Kudüs (18 Aralık 1917), Şam (1 Ekim 1918), Halep
İngilizlerin; Beyrut (6 Ekim 1917), Trablusşam, İskenderun (14 Ekim
1917) Fransızların eline geçmişti. 1918 yılında devam eden askerî
harekât, durumu daha da ümitsizleştirmiş, idarî ve ekonomik yapı ise
artık tamamen yıkılmıştı. Nihayet Bulgarların harpten çekilmek zorunda
kalmaları, genel çöküntüyü daha da hızlandırdı. Batı cephesindeki ağır
yenilgiler ve içte beliren ihtilal karışıklıkları üzerine Almanya ve
dağılan Avusturya-Macaristan da mütarekeye yanaştı (3-4 Kasım 1918).
Sadrazam Talat Paşa, Osmanlı Devleti için de mütareke yollarını
açabilmek amacıyla istifa etmiş (8 Ekim 1918) ve yerine Cihan Savaşı'na
girilmesine taraftar olmayan Ahmed İzzet Paşa hükümeti kurulmuştu (19
Ekim 1918). Böylece İttihat ve Terakkî hakimiyeti sona ermekteydi. Kısa
bir müzakereden sonra dikte ettirilen mütareke, Osmanlı Devleti'nin
mutlak yenilgisini belgeledi. Osmanlı Devleti'nin müstakil bir devlet
olarak, artık ayakta kalamayacağının ve yapılacak barışın da, harp
içinde müttefikler arasında yapılan bütün bölüşme plan ve
antlaşmalarına (Sykes-Picot Antlaşması, 1916) uygun olarak, ne kadar
ağır şartlar ihtiva edeceğinin bir işareti oldu.

Mondros Mütarekesi hükümlerinin yerine getirilmesi, memleketin tüm
mevcut ve muhtevasıyla, galiplere tesliminden başka bir anlam taşımaz.
Alman subay ve askerleri, tahliye olunur. Bütün müstahkem mevkiler
teslim edilir. Ordular dağıtılır. Liman von Sanders, kumandanı olduğu
Yıldırım Orduları Grubunu, Çanakkale kara savaşlarında ismini duyuran,
Doğu'da Ruslara karşı zafer kazanan, harbin gidişatını tenkitçi bir
gözle yakından takip etmiş bulunan Mustafa Kemal Paşa'ya teslim ederek
ayrılır. Mustafa Kemal Paşa, ağır mütareke hükümlerine karşı ilk açık
tepkilerini dile getirir ve Sadrazam İzzet Paşa'yı bu yönde uyarır.
Yıldırım Orduları Grubu'nun da ilgası üzerine, İzzet Paşa'nın isteğine
uyarak İstanbul'a gelir. Aynı gün, büyük bir düşman donanması da,
Dolmabahçe önlerinde demir atar ve şehri işgal eder (13 Kasım 1918). Bu
arada, mütarekeden sonra İzzet Paşa da istifa etmiş (8 Kasım 1918) ve
yerini Tevfik Paşa sadaretindeki hükümete bırakmıştır. Mütarekeden
sonra yurt içinde başlayan siyasî kaynaşma, İttihatçılara karşı duyulan
infialde odaklaşmış; harp suçluluğu ve sorumluları, hararetle
tartışılan bir konu olmuş, çeşitli yolsuzluklar gündeme getirilmiş;
"Ermeni tehciri" soruşturularak incelenmişse de, suçlayıcı müşahhas
delillerle, bir neticeye varılamamıştır. Yeni siyasî kuvveti oluşturan
Hürriyet ve İtilaf Partisi, nihayet Damad Ferid Paşa'nın sadarete
tayini ile (4 Mart 1919) iktidara sahip oldu. Öte yandan düşman
işgaline uğrayan veya böyle bir tehlike ile karşı karşıya kalan Anadolu
ve Rumeli'deki çeşitli bölgelerde, mahallî "Müdafaa-i Hukuk"
cemiyetleri kurulmasına girişildi. Ermenilerin, Kars'ı (19 Nisan 1919);
İtalyanların, Antalya (29 Nisan 1919) ve Kuşadası'nı (13 Mayıs);
Yunanlıların, Fethiye'yi (11 Nisan) işgallerini, Urfa, Antep ve Adana
bölgesindeki Fransız ve İngiliz işgalleri izledi. 15 Mayıs 1919'da
İzmir'in Yunan işgaline uğraması ve Batı Anadolu'ya yönelik Yunan
tecavüzü, büyük bir millî infialin uyanmasına yol açtı. Tarih içinden
gelen münâferet, bu işgali, Anadolu'da doğacak olan millî helecan ve
ayaklanmanın tahrik noktası yaptı. Yunan saldırısına cevaz veren
müttefikler, böylece yeni Türkiye'nin kurulmasına yol açmış oldular.

Anadolu'daki millî uyanış, Samsun, Sivas, Erzurum ve Trabzon
bölgeleriyle, buralara komşu yerlerde mutlak bir otorite ile teçhiz
edildi. Galip devletlerin bu bölgelerdeki şikâyetlerine yol açan
asayişsizliklere bir son verilmesi, ordu teşkilatının dağıtılması ve
silahların toplanması gibi hizmetlerin yerine getirilmesiyle
görevlendirilerek "ordu müfettişliği"ne tayin edilen Mustafa Kemal
Paşa'nın Samsun'a çıkışıyla (19 Mayıs 1919), millî uyanış, düzenli bir
direnişe dönüşme şansına kavuştu. Mustafa Kemal'in icraatı, bir müddet
sonra, İtilaf devletlerinin tedirginliğine yol açarak, kendisinin geri
çağırılması için, Bâbıâli'yi harekete geçirdi. İstanbul'dan yapılan
baskılar neticesinde askerlikten istifa eden Mustafa Kemal Paşa,
"sîne-i millete" döndüğünü bildirerek, Anadolu'daki millî direnişi
düzenlemeye devam etti. Erzurum (23 Temmuz 1919) ve Sivas (4 Eylül
1919) kongreleri tertiplendi. Özellikle millî sınırlar içinde vatanın
bütünlüğü ve bölünmezliği, yabancı işgal ve tecavüzlere karşı milletin
direnme hakkı bulunduğu, merkezî hükümetin aczi halinde, Anadolu'da
geçici bir hükümetin kurulması gibi önemli kararlar alınarak ilan
edildi. Millî direniş cemiyetleri, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk
Cemiyeti adı altında bir arada toplandı. Mustafa Kemal, bu kongre ve
cemiyetlerin başkanlığına seçilerek, liderlik rolünü kabul ettirdi.
Anadolu'da gelişen millî hareket, galip devletlerin kontrolündeki
İstanbul hükümetinin sevkiyle sahneye çıkartılan Anzavur Paşa
kumandasındaki Kuvâ-yi İnzbâtiyye adlı kuvvetlerle ezilmek istendi.
Başarısızlık, Damad Ferid hükümetinin istifası ile sonuçlandı ve Ali
Rıza Paşa hükümeti kuruldu (2 Ekim 1919). Millî direniş hareketiyle
irtibat ve görüşmeyi gerekli gören yeni hükümet, Amasya'da Mustafa
Kemal ile görüşmelere girişir. Bu görüşmede özellikle, yeni seçimlerle
ilgili bazı kararlar alınır (Amasya Mülâkatı, 22 Ekim 1919). Ancak yeni
meclisin İstanbul'da toplanmasının, güvenlik sebebiyle mahzurlu
olduğunun tesbiti, ileri görüşlülük arz eden bir önem taşımaktadır. Bu
arada Sivas'ta yapılan bir toplantıda, millî hareketin sevk ve
idaresini yürüten Heyet-i Temsiliyye'nin, bundan böyle Ankara'da
faaliyet göstermesine karar verildi (29 Kasım 1919). Millî gaye ve
hedefleri ve millî sınırları belirleyen bir belge (Mîsak-ı Millî)
hazırlanarak ilan edildi. Her şeye rağmen yine İstanbul'da toplanan
meclis (12 Ocak 1920), bu millî yemini resmen kabul ve bütün dünyaya
ilan ederek tarihî bir görevi yerine getirmiş oldu (17 Şubat 1920).
Bunun üzerine, Batıda Yunan kuvvetleri taarruza geçerek işgal
bölgelerini genişletmeye, Doğuda Ermeniler, kanlı tecavüzlerini
arttırmaya başladılar. İstanbul'daki işgal kuvvetleriyse, resmî
dairelere zorla girerek, şehre bir daha el koydular (16 Mart 1920).
Meclis dağıldı, kaçan milletvekilleri Ankara'ya gittiler. Damad
Ferid'in tekrar sadarete getirilmesiyle, bu tecavüzler tekemmül etti (5
Nisan 1920). Yeni hükümet, çaresizliğini, Mustafa Kemal Paşa'yı
askerlikten tard ve idam cezasına mahkûm etmekle gösterdi (11 Mayıs
1920).

Barış antlaşması için yapılan görüşmeler ise, Paris'te devam
etmekteydi. Müttefiklerin hazırladıkları barış, Osmanlı
İmparatorluğu'nu tamamen parçalamakta, geriye kalan Türklere, küçük bir
toprak parçasını bile çok görmekteydi. Batı Anadolu'da Yunan işgali,
Bizans hayallerini gerçekleştirerek boyutlar alarak bir ilhaka
dönüşürken, bütün Trakya, Yunanistan'a bırakılıyordu. Doğuda bir
Ermenistan kurulması öngörülüyor, güney ve güneybatıda Fransız ve
İtalyan nüfuz bölgeleri oluşturuluyordu. Boğazlar bölgesi, özel ve
müstakil bir idareye bırakılmaktaydı. Doğudaki Kürtlerin, antlaşmanın
imzalanmasından bir yıl sonra, ayrı bir devlet kurmak istemeleri
halinde, buna, İngiliz mandaterliğinde olmak kaydıyla izin verilmesi
karar altına alınıyordu. Bu gibi şartlarıyla gerçek bir ölüm fermanı
olan bu barış antlaşması, 22 Temmuz 1922'de toplanan Saltanat
Şûrâsı'nda görüşüldü. Müttefiklerin, İstanbul'u Yunan işgaline terk
edecekleri tehditleri ve genel ümitsizlik hali içinde, barış
antlaşmasının Osmanlı delegeleri tarafından imzalanmasına (10 Ağustos
1920, Paris/Sevr Antlaşması) razı olundu. Ancak padişah tarafından
tasdik olunmadı. Antlaşmayı, sadece Yunanistan parlamentosu tasdik
etti. Barış antlaşmasına rağmen Yunanlılar, Batı Anadolu'daki ileri
harekât ve işgallerine kanlı bir şekilde devam ettiler. 23 Nisan
1920'de Ankara'da açılan Büyük Millet Meclisi, 19 Ağustos'taki tarihî
toplantısında, Sevr Antlaşmasını kabul eden Saltanat Şûrâsı âzalarını
ve antlaşmaya imza koyan delegeleri "vatan haini" olarak ilan etti ve
antlaşmayı tanımadığını bütün dünyaya bildirdi. Doğuda Ermenilerin
tecavüzleri, Kâzım Karabekir Paşa kumandasındaki kuvvetlerle önlenmeye;
batıdaki Yunan ilerlemeleri, dağınık millî güçlerin birleştirilmesi ve
nizamî bir ordu kurulması faaliyetleriyle kuvvet bulacak olan Batı
Cephesi Kumandanlığı'nın teşkili ile (Ali Fuad Cebesoy, İsmet İnönü)
durdurulmaya çalışıldı. Ermenilerle sürdürülen savaş, nihayet zaferle
sonuçlandırıldı. Yapılan Gümrü Antlaşması'yla (2/3 Aralık 1920),
"Doksanüç Harbi" kayıpları geri alınarak, Ermeni hayallerine bir son
verildi. Sovyetlerle yapılan dostluk antlaşmasıyla (16 Mart 1921)
Ankara hükümeti, durumunu kuvvetlendirdi. Müttefiklerin, barış
şartlarını hafifletme teşebbüsleri belirmeye başladı. Bu doğrultuda
toplanan Londra Konferansı (Şubat 1921), Anadolu için söz söyleme
hakkının Ankara hükümetinde olduğunun kabullenilmesi yolunda önemli bir
adım sayılır. O sırada Yunan kuvvetlerine karşı kazanılan II. İnönü
zaferi, milletin "makûs talihi"nin de değişmekte olduğunun da işareti
olarak kabul edilir (31 Mart 1921. Anadolu'nun kurtuluşuna gidecek olan
yolun, Yunan kuvvetlerinin denize dökülmesiyle açılacağı, artık
anlaşılmaktaydı. Mustafa Kemal Paşa idaresindeki Sakarya Meydan Savaşı
(3 Eylül 1921), Ankara'ya kadar yaklaşan Yunan kuvvetlerine ağır bir
darbe vurdu. Zafer, Fransa ile müstakil bir barış yapılmasını sağladı
(20 Eylül 1921). Sevr, yırtılmaya başlamıştı. Mustafa Kemal Paşa'nın
"başkumandanlık" yetkileriyle donatılmış olarak, son hesaplaşmaya
hazırladığı millî kuvvetler, nihayet, "Büyük Taarruz"u başlattılar (27
Ağustos 1922). 30 Ağustos'ta Yunan kuvvetleri, ağır bir mağlûbiyete
uğratılarak dağıtıldı ve Yunan başkumandanı esir alındı. Türk
kuvvetleri, büyük bir zafer kazanarak, Batı Anadolu'yu, Yunan işgal
kuvvetlerinden temizleyip, İzmir'e girdiler (9 Eylül 1922). Büyük
zafer, İstanbul'da helecanla takip edildi ve pek çokları için
beklenmedik bir gelişme olarak şaşkınlıkla karşılandı. Yunan
kuvvetlerinin imhası, Yunanistan'ın arkasındaki esas güç olan
İngiltere'yi harekete geçirmiş ve ateşkes için başvurular artmaya
başlamıştı. Mudanya Mütarekesi, fazla bir zorlukla karşılaşılmadan,
Anadolu ve Trakya'nın boşaltılması neticesini temin etti (11 Ekim
1922). Düşman askerleri, geldikleri gibi çekilip gitmeye başladılar.

Son Osmanlı sadrazamı Tevfik Paşa'nın, Ankara hükümetiyle barışma
teşebbüsleri, kabul görmedi. Müttefiklerin, Lozan'da yapılacak barış
görüşmelerine İstanbul hükümetini de davet etmiş olmaları ve bunu kabul
eden Tevfik Paşa'nın bu istikametteki faaliyetleri, Ankara'da infialle
karşılandı ve bazı acil ve tarihî kararların alınmasını kaçınılmaz
kıldı. Bu konudaki tartışmalar, saltanat müessesesinin varlığı üzerinde
yoğunluk kazanarak, nihayet 1 Kasım 1922'de saltanat ilga edildi.
Tevfik Paşa, istifa etti (4 Kasım 1922). Sultan Vahideddin, yeni bir
sadrazam tayin etmemekle, Ankara hükümetinin kararına boyun eğmiş oldu
ve İstanbul'dan ayrılmak zorunda kaldı. Ankara'da Türkiye Büyük Millet
Meclisi, kendisini derhal hal ve ıskat edip, Abdülmecid Efendi'yi
halife seçti (16 Kasım 1922). Lozan Barış Antlaşması (25 Temmuz 1923)
ile İstiklâl Savaşı başarı ve zaferle sona erdirilmiştir. Cumhuriyet'in
ilanı (29 Ekim 1923) ve Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın reisicumhur
seçilmesiyle yeni devlet, merkezi Ankara olan (13 Kasım 1923) bir
Cumhuriyet haline geldiği gibi, girişilecek köklü reformlar cümlesinden
olarak, hilâfet müessesesinin ilgası lüzumlu görüldüğünden, bu tarihî
müesseseye son verilerek (3 Mayıs 1924), son halife Abdülmecid Efendi
ve bütün Osmanlı hânedanı mensupları da yurdu terke mecbur edildiler.
chatlak
chatlak
Genel Yetkili
Genel Yetkili

Kadın
Mesaj Sayısı : 1083
Nerden : Kocaeli/Gebze
Lakap : sweeti
Ruh Hali : Birinci Dünya Savaşı ve Millî Mücadele Uykulu10
Rep : 70
Kayıt tarihi : 05/10/08

https://f3do.yoo7.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz