F3do
Lütfen Üye Olunuz...!!!

Join the forum, it's quick and easy

F3do
Lütfen Üye Olunuz...!!!
F3do
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Benim gözümde Atatürk

Aşağa gitmek

Benim gözümde Atatürk Empty Benim gözümde Atatürk

Mesaj tarafından FaTaL Paz Ekim 05, 2008 1:23 am

Benim gözümde Atatürk

Taha Akyol’un “Ama hangi Atatürk” kitabını
bitirdigimde, sonuna “Keşke böyle kitaplar daha çok yazılsa” diye not
düşmeden edemedim.

Bu tür kitapları önemsiyorum. Çünkü dogmatik degil; analitik (çözümlemeci) bakıyorlar.

Portre çalışmalarında bu tarz çök önemli.

Bir
şahsı “göklere çıkaran” veya “yerin dibine batıran” kitaplar bu nedenle
bilgilendirici olmaktan ziyade, yüceltme, olmadık vasıflar atfetme,
uçurma veya aşagılama ve haksız ithamlarla dolu oluyor.

Oysa “gerçegi sadece gerçegi” ögrenmek isteyenlerin bunlara iltifat etmemesi gerekir.

Ben de bir süredir iltifat etmiyorum ve dogrudan dogruya kendi okuma ve araştırmalarımı esas alıyorum.

***
Türkiye’de
söz konusu aşırı göklere çıkarmalar ve yerin dibine batırmalar
yüzünden, bir insan olarak 1881’de dogup 1938’de vefat eden Mustafa
Kemal Paşa gerçegi üzerine saglıklı çalışmalar yapılamamış ve
yapılamamaktadır.

Böyle olunca bir gerçeklik ya göklere çıkarılarak ya da yerin dibine batırılarak orada öylece duruyor.

Seviyor
musun sevmiyor musun gibi gayet naif ve duygusal bir zeminde ele
alınıyor. Oysa analitik (gerçekçi, çözümlemeci) yöntemde bunun yeri
yoktur.

Oysa yeni nesillerin bu tarz “gerçekçi” yaklaşımlara ihtiyacı vardır.

***

Bu
yazıda amacım, Atatürk hakkında derin araştırma sonuçları sunmak,
belgeler ortaya dökmek, dönemin kavgaları, hırsları, rekabetleri,
politik/ideolojik karşıtlıkları etrafında taraf olmak, onları aynı
hırsla sürdürmek ve böylece yüceltmek veya aşagılamak degil...

Amacım
“gayr-ı şahsi egemenligin” ne demek oldugunu yakın tarihimizin en
esaslı “egemenlik figürü” haline getirilmiş bir örnegi üzerinden
gösterebilmektir.

Ebedi ve evrensel olanla, ölümlü ve tarihsel olanın nasıl ayırt edilebilecegini örneklemektir.

Kördügüm haline gelmiş bir tıkanmanın dışına çıkarak olaya bakabilmenin nasıl olabilecegine dair bir perspektif sunabilmektir.

***

Ben
ki “Ben de sizin gibi bir insanım” (Fussilet; 41/6) diyen
peygamberimizin “kamu otoritesi” sıfatıyla yaptıklarına dahi eleştirel
gözle bakmak gerektigine inanan birisiyim. “Ben de sizin gibi bir
insanım” demek, “Ben de sizin gibi eleştiriye açıgım, sorumlu oldugum
tüm kamu işleri eleştiriye ve denetime açıktır” demektir.

Çünkü
peygamberimizin kamusal görevi “İnsanlar arasında adaletle
hükmetmek”tir: “Onlar arasında (beynehum) adaletle hükmet.” (Maide;
5/42)…

“İnsanlar arasında (beyne’n-nâs) Allah’ın sana gösterdigi
şekilde hükmetmen için kitabı sana gerçegin ta kendisi olarak
indirdik.” (Nisa; 4/105)…

“İnsanlar arasında (beyne’n-nâs) hükmettiginiz zaman adaletle hükmedin.” (Nisa; 5/58)…

Dikkat ediniz! “İnsanlara hükmet” degil; bilinçli bir kullanımla “İnsanlar arasında hükmet” deniliyor.

Bu
şu demektir: Peygamber veya siz insanlar üzerinde “egemen” degilsiniz.
Onlardan birisisiniz. Bu nedenle insanların kamu işlerini üzerinize
aldıgınızda, onlar arasında adaletle hükmetmekle sorumlusunuz. Bu
hakemlik sorumlulugunu bırakıp insanların hayatları üzerinde egemen
olmaya kalkmayın…

Kamu idaresinin temeli budur. Bunun için Hz. Ömer’in dedigi gibi adalet mülkün (kamunun, devletin) temelidir.

Demek ki…

Halkın
vergilerini emanet ettigi, evlatlarını askere yollayarak emrine verdigi
her makam ve mevki sahibi yani “kamu otoritesi”, o makam ve mevkiye kim
oturursa otursun eleştirebilirdir. Kamu idaresinin dogası bunu
gerektirmektedir.

Şu halde…

Türkiye hazinelerinin başına
geçen herkes, kim olursa olsun bulundugu makamın dogası geregi
eleştiriyi göze almak durumundadır. Çünkü ortak hazine emrine
verilmekte ve insanlar arasında adaletle hükmetme anlamında egemenlik
hakkını kullanmaktadır. Velev ki başımızda Abdülhamit, Vahdettin, Enver
Paşa veya Mustafa Kemal Paşa olsun…

***
Buradan bakılınca
Türkiye hazinelerinin başına geçmiş herkese eleştirel gözle bakacagım
ortadadır. Entelektüel namusum ve bagımsızlık karakterim bunu
gerektirmektedir. Çünkü param, vergim, gençligim vs. üzerinde emir
verme ve tasarrufta bulunma yetkisini kullanmaktadırlar.

Bu
nedenle Mustafa Kemal Paşa benim gözümde bir “egemenlik” figürü
degildir. Hiçbir faniyi “mutlak egemen” görmem. Gayr-i şahsi egemenlige
inanırım. Digerleri gibi o da İçimizden birisiydi ve aramızda adaletle
hükmetmek zorundaydı.

Bu kadar degil tabi…

Bir millet
zaman zaman tarihi badireler atlatır. Dibe vurdugu zamanlar olur.
Böylesi dönemlerde “kendinden zuhur diyalektigi” ile içinden öncüler
çıkarır. Bu öncüler ma’şeri vicdanda yer ettigi an “kahraman” olurlar.
Kahramanlar “devlet tanrısı” haline getirildigi an gayet itici bir hal
alırlar. Kahraman odur ki milletin gönlünde yaşar. Onu koruyup kollayan
milletin engin sagduyusudur. Esasında kahramanın koruma kanunlarına
ihtiyacı yoktur. Arkasında silahlı kuvvetlerin veya bir donanmanın
durmasına gerek de gerek yoktur. Aksi halde “devlet tanrısı” haline
gelir. Kahraman, milletin gönlünü fethederek yaşayandır; gözünü
korkutarak degil…

***

Benim gözümde Mustafa Kemal Paşa,
yaşadıgı tarihsel şartlar nedeniyle yıkılış ve yok oluş dönemi millet
ve devlet aklının bir ürünüydü.

Altı yüzyıllık bir
imparatorlugun dagılacagı görülünce, millet ve devlet aklı harekete
geçmiş ve “kendinden zuhur diyalektigi” ile kendi rahminde yeni bir
dogum var etmiştir. Bu dogumu bütün imkanlarını seferber ederek
besleyip büyütmüştür.

“Türkiye Cumhuriyeti’nin esas anlamı” bana göre budur.

Bu nedenle kimsenin tekelinde degildir.

Millet ve devlet aklının ortak ürünüdür. Sahibi cumhurdur, halktır, kimsesizlerdir.

Bu
sebeple Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişte kopmaz bir bag vardır. Bundan
dolayıdır ki Osmanlı devlet genetigi Türkiye Cumhuriyeti’nin bünyesinde
sürüyor. Bunun dönüştürülmesi mümkün ama tümden yok edilmesi mümkün
degil. Esas dönüşüm ise genellikle ilk nesilden sonraki ikinci hatta
üçüncü nesillerde ortaya çıkar.

“Kendinden zuhur diyalektiginde”
hesapta olmayan tek degişiklik saltanattı. Cumhuriyet döneminde yapılan
degişikliklere, saltanatlarına dokunulmaması kaydıyla padişahlar da
taraf olabilirdi. Nitekim Sultan Vahidüddin İtalya’da sürgündeyken bir
takım devrimler yapıldıgını duyunca “Zaten savaştan sonra bunları biz
de yapacaktık” demiştir.

***

Bu cografyada saltanat
İngiltere (1648), Fransa (1798) veya Rusya’da (1917) oldugu gibi
ayaklanma ve iç savaş sonucu yıkılmamıştır.Her üç devrimde de krallar
idam edilmişti. (I. Charles 1649’da, 16. Lui 1793’de, Çar Nikola
1918’de)

Osmanlı saltanatı, içerden bir ayaklanma ile degil;
dışarıdan gelen işgal yoluyla yıkılmıştır. ABD’nin 2003’de Irak’ı işgal
edip Bagdat’ta Saddam’ın heykelini canlı yayında devirerek yıkması
gibi, İngilizler de İstanbul’u işgal etmiş, sarayı basmış ve sultanı
esir alarak saltanatı “fiilen” yıkmıştır. Eger o dönemde medya bu kadar
gelişmiş olsaydı, belki de, İstanbul’a girişlerini ve Vahidüddin’i esir
alışlarını canlı yayında dünyaya seyrettireceklerdi.

Bu nedenle, içeride, zaten işgalcilerin elinde esir olan saltanatın “hukuken” de kaldırılması kolay olmuştur.

Şurası
bir gerçek ki bu cografyada degişiklikler içeriden devrim yoluyla
degil; ya dışarıya dogru fetih veya dışarıdan gelen işgal, baskı ve
telkinler yoluyla oluyor. Bunun, bazıları olgunluk olarak görse de
olumsuz bir durum oldugunu düşünmekteyim. Çünkü devrim yapmamış bir
halk benim gözümde rüştünü ispat edememiştir.

Bizde başta
kurtuluş savaşı ve Mustafa Kemal Paşa’nın ortaya çıkışı olmak üzere,
cumhuriyete geçiş dahi esasında bir devlet operasyonudur.

***

Benim
gözümde Mustafa Kemal bir Osmanlı paşasıydı. Askerdi; bir fikir adamı
veya filozof degildi. Tarihin geldigi o noktada devletin
derinliklerinden “realist” ve “pragmatist” özellikleriyle bir kişiligin
çıkması, yeniden doguşu ateşlemesi ve örgütlemesi gerekiyordu. Bu
özellikler Mustafa Kemal Paşa’da vardı ve tarih onu öne çıkardı.

Enver
Paşa’da bir Osmanlı paşasıydı. Tarihin geldigi o noktada devletin
derinliklerinden “idealist” özelikleriyle bir kişiligin çıkması ve
gelecek kuşaklara çekildigimiz yerlerden esasında vazgeçmedigimizi,
büyük muhayyilenin bu milletin hafızasında ilelebet yaşayacagını
hatırlatması gerekiyordu. Bu özellikler Enver Paşa’da vardı ve tarih
onun idealini öne, kendisini geri plana çekti.

Bu nedenle
Kurtuluş Savaşı’nı ateşleyen ve örgütleyen kadroya bakarsınız, daha çok
Osmanlı Erkan-ı Harbiyesi (Kara Harp Okulu) 1900-1905 arası mezunları
oldugunu görürsünüz. Ben bunları başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere
saygı ve minnetle anmakta ve kendi aralarında her insanda olabilecek
hırslarını, rekabetlerini kendilerine bırakmaktayım. Çünkü bu tür
kişisel rekabetlere taraf olmanın bir anlamı olmadıgı gibi evrensel bir
yanı da bulunmuyor.

Evrensel olan, o dönemden çıkaracagımız ve gelecekte de bize lazım olmaya devam edecek olan degerlerdir.

Bu
açıdan bakılınca Enver Paşa benim için şu demektir: İdealizm, büyük
muhayyile, nizam-ı alem, direniş, serdengeçtilik, büyüyerek kurtulma,
imparatorluk vizyonu…

Mustafa Kemal Paşa da şu demektir:
Realizm, taktik düşünme, derlenme, toparlanma, tutunma, akılcılık,
bagımsızlık, özgürlük, çagdaşlık…

***

“Gayr-ı şahsi
egemenlik”e inandıgım için, bu tür dönemlerden daha çok alacagım
evrensel degerlere bakarım, tarihsel olay ve şahsiyetleri kendi
döneminde bırakırım.

Mesela devrimlerden alacagımız şu beş
şeydir: TBMM’nin açılışı (1920), yeni anayasa (1921 Teşkilat-ı
Esasiye), saltanatın kaldırılması (1922), cumhuriyetin ilanı (1923),
Hilafetin kaldırılması (1924)…

Bunlar milletimizin büyük
kazanımları olup evrenseldirler. Bunlardan daha geriye dönülemez.
Bunların ifade ettigi mana şekil bakımından degişebilir ama esastan
degişmesi gerçekten geriye dönüş yani irtica olur. Mesela her ne
surette olursa olsun TBMM’yi kapatmak, anayasayı rafa kaldırmak,
saltanatı geri getirmek, cumhuriyeti lagvetmek veya peygamberin makamı
adına kendini halife ilan etmek 1920 öncesine dönüş olacagından olacak
iş degildir. Halifelik, ihya çaglarının yani Müslüman askeri tarım
imparatorlukları döneminin birleşme formülü idi. İnşa çagında illa öyle
olmak zorunda degildir.

Bunlardan gerisine ise ne siyasi ne de
sosyolojik açıdan devrim diyemeyiz. Olsa olsa dönemin hükümetlerince
çıkarılmış bir takım kanun veya kanun hükmünde kararnameler olabilirler
ve tarihseldirler. Yani zamana, mekana ve şartlara göre yeniden
düzenlenebilir veya degişebilirler.

Aynı şekilde cumhuriyetin
temel degerlerinden alacagımız şu beş şeydir: Hakimiyet-i milliye,
istiklâl-i tam, misâk-ı milli, müdafâ-ı hukuk, muâsır medeniyet…
(Bunların ayrıntılı yorumu için bkz. “Cumhuriyet degerleri ve irtica”
başlıklı makale).

Bunlar evrenseldir; vizyon oluşturucu ve
misyon belirleyicidir. Bunlardan daha geriye dönülemez. Gerisine ise
temel degerler veya nitelikler diyemeyiz. Şu ankiler tek parti dönemi
CHP’sinin parti programı olup tarihseldirler.

Bizim o dönemden
alacagımız esas itibariyle bunlardan ibarettir. Buna gayr-ı şahsi
egemenligin sürdürülmesi, şahısların bunların önüne geçirilmemesi
diyoruz. Yani herhangi bir şahsın, kurumun, hanedanın, silahın,
sermayenin, sınıfın vs. degil; üstün degerlerin ve kimsenin tekeline
giremeyecek olan soyut kavramların egemenligi…

Bu degerler herkesten üstündür.

Bunların içini ülkenin oluş halindeki dinamik temposu dolduracaktır.

Şu
halde içimizden birini veya kendi ellerimizle oluşturdugumuz bir kurumu
taparcasına yüceltmek, devlet tanrısı haline getirmek, aşılamaz ve
sorgulanmaz yapmak ve böylece putlaştırmak o şahsa veya kuruma karşı
cinayet işlemek demektir.

Keza içimizden birini veya kendi
ellerimizle oluşturdugumuz bir kurumu lanetler yagdırarak aşagılamak,
şeytan, deccal vs. yerine koymak da aynı şekilde cinayetle eşdegerdir.

Her
insanın olumlu veya olumsuz yönleri vardır. Ölümlü “naciz vücutlardan”
hiç birisi bundan muaf degildir. Bir döneme, zamana veya mekana
saplanıp kalmamak lazımdır. Peygamber dönemi, zamanı ve mekanı da buna
dahildir. Çünkü onda da evrensel ve tarihsel olanlar vardır. Evrensel
olanları sürdürmeli, tarihsel olanları kendi dönemlerinde bırakmalıyız.

Bunları
sogukkanlı bir şekilde, bilimsel metotlarla, herkese hakkını vererek,
dogmatik degil; analitik yöntemlerle ve ideolojik mülahazalardan uzak
durularak tespit, teşhis ve teslim etmek lazımdır. Gerçegin ta
kendisinden ve adaletten asla kopmamalıyız zira bizi yükseltecek olan
bunlardan başkası degildir.

Sonuç alarak şöyle bitireyim:

Hz.
Ebubekir, Hz. Peygamber’in ölümü sırasında “gayr-i şahsi egemenlik”in
ne oldugunu bize çok iyi ögretmişti: “Her kim Muhammed’e tapıyorsa
bilsin ki Muhammed ölmüştür. Her kim Allah’a tapıyorsa bilsin ki Allah
hayyu la yemuttur. Allah ölmez!”

Aynı şekilde “Her kim Atatürk’e
tapıyorsa bilsin ki Mustafa Kemal Atatürk ölmüştür. Her kim Hakka
tapıyorsa, bilsin ki, Hakk (gerçek, adalet) ölmez! Ve hakkıdır Hakka
(gerçege, adalete) tapan milletimin istiklâl…”
FaTaL
FaTaL
Yönetici
Yönetici

Erkek
Başak Horoz
Mesaj Sayısı : 2005
Yaş : 30
Nerden : Geldik Bu Dünyaya!!!
İş/Hobiler : Web & 3D Tasarım
Lakap : FaTaL / FeDo
Ruh Hali : Benim gözümde Atatürk Yogun10
Rep : 945
Kayıt tarihi : 06/02/08

https://f3do.yoo7.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz