F3do
Lütfen Üye Olunuz...!!!

Join the forum, it's quick and easy

F3do
Lütfen Üye Olunuz...!!!
F3do
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

.. Felsefeye Giriş ..

2 posters

Aşağa gitmek

normal .. Felsefeye Giriş ..

Mesaj tarafından chatlak Cuma Ekim 31, 2008 7:53 am

Felsefe Sözcüğünün Anlamı


Felsefe sözcüğü ilk kez Antik Ege'de Samos'lu
matematikçi düşünür, Pythagoras (Pisagor
İ.Ö. 6.yy) tarafından kullanılmıştır. Pythagoras; dost ve bilgi
anlamlarındaki filos ve sofia sözcüklerini yan yana getirerek
kendisini ifade etmiştir. Çünkü ona göre eksiksiz
bilgelik (sofia-sophia) ancak tanrılara yakışır. İnsan ise sofia'nın
yalnızca dostu olabilir. Yani felsefe bilginin dostu anlamı
taşımaktadır.


İ.Ö. 4. yüzyılda Atina'lı düşünür Platon
bilgiyi doxa ve sofia olarak ikiye ayırdıktan sonra; bu bilgilerin
ardına düşen farklı iki anlayışta insan tanımı yapar. Bu
dünyanın aldatıcı bilgileri peşinde koşan filodox ve gerçek
bilgiyi arayan filozof...


Platon'un bu tanımı yaygın kabul görür. Ortaçağa,
öğrencisi Aristoteles ile birlikte damgasını vuran Platon'un
görüşleri; İslam kültüründe de en az batıdaki
kadar etkilidir. Hatta Platon o kadar kabul görür ki; adı
Eflatun'a bile çıkar. Sufi, sofu ve feylesof
sözcükleri Filosofia sözcüğüne karşılık
gelmektedir.


Bu sözcükler, İslamiyet'in kabulünden sonra
Türkçe'ye de girerek günümüzde kullandığımız
biçimi almıştır. Platon'un adı dilimizde çoğu zaman
Eflatun olarak kullanılır.


Felsefenin Doğuşu



İnsan, bugünkü biyolojik yapısına, ellibin yıl önce, iki
milyon yıl süren bir evrim sürecinin sonucunda ulaşmıştır. O
günden bu yana yaşamış olduğumuz süreç toplumsal
değişim sürecidir. Bunun ilk bölümünde önemli
bir değişim de yoktur. Bugüne gelindikçe değişim giderek
hızlanır. Günümüzde ise toplumsal değişim baş
döndürücü bir hal almıştır.


İnsan, ilk dönemde tıpkı diğer hayvanlar gibi, doğada hazır
bulduklarını toplayarak ya da avlanarak yaş*****
sürdürür. Ama insan, hayvanlardan farklı olarak, bunu
yaparken alet yapar ve yaptığı aletleri kullanır. Bu özelliği
sayesinde doğaya her gün biraz daha fazla egemen olurken;
kendisini de her defasında yeniden yaratmıştır.


İlkel Kominal dönemde yaptığı aletlerle doğayı hızla tüketen
insan, her defasında yeni bir doğal bölgeye göç ederek
yaş***** sürdürmeye çalışmıştır. Ancak bu
süreç zaman içinde doğanın yeniden üretilmesi
ile sonuçlanmıştır. İnsan, artık, doğayı doğrudan
tüketmenin yanı sıra, doğayı sayısal olarak üreterek yeni bir
yaşam biçimi oluşturmuştur. Doğanın sayısal olarak
üretilmesi iki farklı alanda uzmanlaşmış farklı iki toplum
yaratmıştır. Bu toplumlardan ilki, bitki tarımı yapan ve bu nedenle de
toprağa bağlı yaşayan köyler, yani uygar toplumlardır. İkincisi,
hayvanları evcilleştirip üreterek yaş***** sürdüren,
topraktan belli ölçüde bağımsız göçer
barbar toplumlardır.


İlkel Kominal dönemde toplumların üretim ve tüketim
etkinlikleri ve bunun sonucu oluşturdukları kültür de
birbirine çok benzemektedir. Oysa doğanın sayısal olarak
üretilmesindeki iki farklı etkinlik birbirine benzemeyen iki ayrı
toplum biçimi yaratmıştır.


Toplumlar arasındaki; doğal kaynakların, toprakların veya
ürünlerin paylaşılması konusunda çıkan
anlaşmazlıkların güç kullanılarak
çözümlenmesinde; barbarlar genellikle uygarlardan daha
kazançlı çıkmışlardır. Bu nedenledir ki barbar
sözcüğü kaba kuvvetle eş anlamda kullanılagelmiştir.


İki farklı kültür, günümüzden 5000 yıl
önce, Mezopotamya'da ortak bir üretim süreci
oluşturmuşlardır. Hayvan gücü kullanılarak yapılan tarım,
başka bir deyişle karasaban devrimi, insanın tükettiğinden fazla
üretmesine neden olmuştur. Bu durum toplumun yeniden organizasyonu
ile sonuçlanmış ve devlet kurumu doğmuştur.


Devletle birlikte toplumsal düzeni sağlayan yaygın yaptırım
güçleri; gelenek, örf, adet ve töre, yerini,
devletin koyduğu daha net ve kesin yaptırım gücü olan hukuka
bırakmıştır. Hukuk; devletin toplumsal düzeni belirleyerek
denetlediği, yazılı kurallar sistemidir. Yani artık insan yazmaktadır.
İnsanın ilk yazılarında yalnızca yasalar değil aynı zamanda mitolojik
öyküleri de vardır. Bu dönemin yazılarının en genel
özelliği imzasız yani anonim olmalarıdır.


Bu dönemde doğa olayları ve gök cisimleri sıkı bir
gözlemle bilinebilir hale gelmiştir. Ancak bu tür bilgiler
rahipler sınıfının dışına hiçbir şekilde sızdırılmamıştır.


İ.Ö. 1000 yıllarında, bu kez Ege, ulaşmış olduğu gelişmişlik
düzeyi ile insanlık için yeni bir kilometre taşı
oluşturmuştur. Gelişen tarımsal üretim pazarı
büyütürken, yeni bir değişim aracının doğmasına neden
olmuştur: para. Para, bir yandan değişimi kolaylaştırırken, diğer
yandan da zenginliğin yaygınlaşmasını sağlamıştır. Bu sayede Ege
kentlerinde yeni varlıklı sınıfın doğmuştur.


Bu varlıklı sınıf, ekonomik güçlerini toplumsal
yönetime ortak olma doğrultusunda kullanarak, tarihte ilk kez daha
yaygın bir egemenliğin yaşanmasına, yani sınıfsal özellik de
taşısa ilk demokrasinin doğmasına neden olmuştur.


Demokrasi yetişmiş insana gereksinim duyduğundan, bu dönemde bilgi
değer kazanarak yaygınlaşmıştır. Bilim ruhban sınıfın tekelinden
kurtulmuş ve yaygınlaşmıştır. Örgütlü olmasa da eğitim
yaygınlaşarak; akıl dogmaların yerini almaya başlamıştır. Çok
tanrılı dinlerin de etkisi ile dini bir hoş görü
yaygınlaşmıştır.


İ.Ö. 8. yüzyıla gelindiğinde, yazı gelişerek bireyselleşmiş,
hukuk ve mitlerin dışında bireysel duygular ve bilim, yazının konuları
içine girmiştir. Hatta ilk kez kişisel hukuk denemeleri ve
krallığın dayattığının ötesinde tarih yazılmıştır.


İ.Ö. 6. yüzyıldaysa Miletli Thales (Tales) insan aklını
binlerce yıldır kurcalayan "Evren nedir?" sorusuna ilk kez dinlerin
dışında bir yanıt aramıştır. İşte bu felsefenin başlangıcıdır. Bu
başlangıçta:


Gelişen ekonomik koşullarla zenginleşen toplum


Yaygınlaşan yönetim erki yani demokrasi


Dogmaların koşullanmalarını aşacak ölçüde hoşgörülü laik anlayış etkili olmuştur.


Thales'in felsefe tarihindeki önemi; evrenin nasıl oluştuğuna ait
görüşleri değil, ama bu konuyu ele alış biçimidir.
Çünkü o ve dönemin Anadolulu filozoflarının
hareket noktaları; "hiçten bir şey olmaz"
düşüncesidir. Bu, dine karşı maddeci bir yaklaşımın
ifadesidir. Anadolu düşünürleri evrenin bir ilk olandan
(arkhé), değişerek, oluştuğu düşüncesindedirler. Her
biri ayrı arkhéler öne sürmüşlerdir. Ancak ortak
yanları evrenin yaratılmamış olduğu düşüncesidir.


Ege'nin öbür tarafında, Atina'da, ise farklı bir dünya
görüşü ağır ve emin adımlarla gelmektedir. Sokrates,
Platon ve Aristoteles evrenin oluşumunun temelinde düşünceyi
esas almaktadırlar. Her ne kadar Atina tanrıları ile araları hoş
değilse de; çok daha farklı ve soyut bir tanrı fikrinin
doğmasına katkıda bulunmaktaydılar. Aralarında
öğrenci-öğretmen bağı olan bu üç
düşünür idealizmin ilk kaleleridir.


Ege'nin iki yakasında farklı yaklaşımlar gelişerek taraftar toplarken
adalı düşünürler bu iki kampa aynı mesafede uzak
kalmışlar ve kuşkucu bir yaklaşımın ilk temsilcileri olmuşlardır.


Bu üç farklı -ve neredeyse uzlaşmaz görünen-
yaklaşım, günümüz felsefe akımlarının da bir
biçimde içinde yer aldıkları,
idealizm-materyalizm-septisizm'den başkası değildir.


Ortaçağda Felsefe



Antik Ege uygarlığının ardından felsefe, yeni dünya dini
Hristiyanlığın etkisi altına girmiştir. Bu dönemde felsefenin
işlevi, dinin dogmalarını temellendirmek ve savunmak olmuştur. Antik
Çağın iki ünlü düşünürü Platon ve
Aristoteles'in düşünceleri bir yandan resmi ideolojiye
dönüşürken, diğer yandan da kitapları yasaklanmıştır.
Aynı ilgiyi İslam Ortaçağında da görürüz. Bu iki
düşünür İslam düşüncesinde de
önemlidirler.


Kölelerin eşitlik ve insanca yaşama mücadelesi ile doğan
Hristiyanlık, bir süre sonra, din adamları elinde bir baskı ve
zulüm aracına dönüştürülmüştür.
Hristiyan hukuk sistemi olan Engizisyon artık bir işkence aleti gibidir.


14 - 15. yüzyılda yine kilise çevresinde başlayan
yenilikçi hareket, bir yandan Hristiyanlığın başlangıcındaki
insani özüne geri dönmeye çalışırken, diğer
yandan laik bir yaşam biçimi temellendirme arayışına girer.
(Reform-Rönesans)


İşte tam da bu noktada, tıpkı İ.Ö. 6. yüzyılda olduğu gibi,
insanlığın yardımına felsefe yetişir ve 17. yüzyılda Descartes,
dini felsefelerin dokunulmaz düşünürü Aristoteles'i
eleştirirken, kuşkuyu, doğruyu bulmanın yöntemi haline getirir.
Yeni biçimi ile septisizm, yalnızca felsefenin değil, bilimlerin
de önünü açar. Aydınlanma ve onu izleyen burjuva
devrimleri insanlığı 20. yüzyıla taşır.


Reform, Rönesans, aydınlanma ve Burjuva Devrimleri insanı temel
alırlar. Ancak sanayi devrimi ve dünya savaşları ile savrulan
insanlık; 19 ve 20. yüzyılda, bir yandan kapitalizmin eleştirisi
olan sosyalist akımların, diğer yandan, yaşanan karamsarlığın yeni
metafizik yaklaşımlarla aşılması olan varoluşçuluk gibi
akımların doğmasına neden olur. Gelişen kapitalizm, insan
düşüncesinin renklerini pragmatizm ve liberalizme, bilimse
deneycilik ve olguculuk akımlarına taşır.


Ancak tüm akımlar daha önce sözünü ettiğimiz
üç temel anlayışın; şurasında yada burasında ama
içinde yer alırlar. Yani insan aklı, hala, antikitenin idealist,
maddeci veya septik (kuşkucu) akımlarının değişik bin bir rengine
bürünerek varlığını sürdürür
chatlak
chatlak
Genel Yetkili
Genel Yetkili

Kadın
Mesaj Sayısı : 1083
Nerden : Kocaeli/Gebze
Lakap : sweeti
Ruh Hali : .. Felsefeye Giriş .. Uykulu10
Rep : 70
Kayıt tarihi : 05/10/08

https://f3do.yoo7.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

normal Geri: .. Felsefeye Giriş ..

Mesaj tarafından FaTaL Cuma Ekim 31, 2008 8:16 am

Bu önemli bilgiler için teşekkürler sabit olmuştur...
FaTaL
FaTaL
Yönetici
Yönetici

Erkek
Başak Horoz
Mesaj Sayısı : 2005
Yaş : 30
Nerden : Geldik Bu Dünyaya!!!
İş/Hobiler : Web & 3D Tasarım
Lakap : FaTaL / FeDo
Ruh Hali : .. Felsefeye Giriş .. Yogun10
Rep : 945
Kayıt tarihi : 06/02/08

https://f3do.yoo7.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz